Keşke hepimizin hayatında mutlu sonlarımıza ulaşacağımız Mr. Darcy'ler olsa... Ancak Jane Austen da bu mutlu sonların gerçek hayatta olmadığını biliyordu ve hayata inat romanını mutlu sonla bitirmek istedi. Mr. Darcy, 19. yüzyıl İngiltere'sindeki bir beyaz atlı prenstir. Ve Elizabeth Bennet ile sonsuza kadar mutlu yaşar... Ancak anladım ki, gerçek hayatta saçlarını uzatıp kulede beklesen de, azıyla yetinip kabullensen de yeterince mutlu olamıyorsun. Büyük ihtimalle. Bu bok gibi ülkeye çocuk da doğurmak istemiyorsun. Büyük ihtimalle. Sağlığa zararlı olduğunu bildiğin halde bir sigara yakıp, öksüre öksüre içine çekiyorsun. Büyük ihtimalle. Ah, sevgili Austen... Huzur içinde uyu.
Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...
Yorumlar