Ana içeriğe atla

"Arzu Nesnesi" Olmak

Kadınların "arzu nesnesi" olarak metalaştırıldığı bu kapitalist sistemde, özellikle muhafazakar ülkelerde obsesif erkeklerin "ya benimsin, ya kara toprağın" tutumuyla kadınların hayatını kararttığı sayısız örnek yaşıyoruz. Geçtiğimiz ay Bergen filmini izledim. Bergen'in katilinin ve onun gibi yüzlercesinin elini kolunu sallayarak gezebildiği bir ülkede yaşamaktan en hafif tabirle utanç duyuyorum. Utanması gerekenler ise utanmıyor.

Hasbelkader düzgün bir birliktelik/evlilik yaşayan kadınlar da o obsesif erkekleri tercih etmedikleri için değil; "başka bir erkeğin kadını" oldukları için -bir derece- rahat bırakılıyorlar. Yani bir erkeğin kadını olmadığında, hele ki boşanmış bir kadınsan, potansiyel cinsel partner olarak taciz ediliyorsun. Bir yandan da "toplum baskısı" denilen tezat ortaya çıkıyor. Kadınlara "arzu nesnesi" olarak yaklaşanlar ve kadınların birey olarak varoluşlarını yerenler aynı insanlar oluyor sıklıkla. 

Güzel bir kadın olmanın zorlukları, özellikle muhafazakar ülkelerde kolaylıklarından fazla. Bir kere farklı derecelerle de olsa (bakış, sözel sataşma, dokunma) hemen her gün tacize uğradığımız bir ülkede yaşıyoruz. Buraya, bu şehir(ler)e ait olmayan göçmen, mülteci vb. insanların aidiyet duygusu eksikliği ya da birden sahip oldukları kentsel anonimliğin getirdiği cesaretten dolayı tacize daha yatkın olduklarını da görüyoruz, ki bu durum son yıllardaki en büyük sorunlardan. Ama eskiden taciz yok muydu? Elbette vardı. Yine sosyo-kültürel ve ekonomik bir olgunun sonucunu olarak özellikle inşaat işçilerinden...

En güncelinden, dün akşam ise Kadıköy'ün göbeğinde çok tatlı bir meyhanede (Fatoş'un Meyhanesi) arkadaşlarımla rakı içip sohbet ederken karşı masamda oturan bir adam yaklaşık 5 saat gözlerini benden ayırmadan arkadaşıyla oturdu. Lavaboya gitmek için 3 kere içeri gittiğim her 3 seferde de peşimden lavaboya geldi. Diyalog kurmaya çalıştı. Keyifli bir gece geçirdiğim ve o da fiziksel mesafe sınırlarını aşmadığı için sorun etmedim ve umursamadım. Ancak bu düpedüz bir tacizdi. Ben ve benim gibi kadınlar, bu gibi durumları çok sık yaşıyoruz. Görece daha izole bir hayat yaşıyor olsam da, topluma karıştığım her zaman buna benzer şeyler yaşıyorum.

Ancak geçtiğimiz ay kendimi "arzu nesnesi" olarak hissettiğim özel bir gece oldu. Bize misafir gelen karı-koca yakın arkadaşlarımızdan aldığım bir enerji, söz ve tavır ile bu konu üzerinde biraz düşündüm; "Neden böyle oluyor? Ben mi bir şey yapıyorum?" diye. Bir benzeri de yıllar önce bir yurtdışı gezimizde meydana gelmişti. İki çift arkadaşımdan aynı enerjiyi almıştım. Nesneleştiği (metalaştığı) zaman, alınıp satılabilir ya da takas edilebilir bir pozisyonda görülüyor insan. Benimle dans et, beni öp, benimle bir gece geçir, ben de seni mutlu edebilirim. Bir keresinde bir adamın benimle bir gece geçirmek için dizlerinin üstüne çöküp yalvardığını gördüm. Bir başka adam fotoğrafımı çerçeveletip, altında mum yakıp "ave maria" dinlediğinden bahsetmişti. Kendisini hemen engellemiştim. Sonra bana ulaşamayınca okulun itiraf.com sitesinde ilan etmişti aşkını. Böyle şeyler o anki modunuza göre komik ya da korkutucu olabiliyor. Ama bu ülkede daha çok korkutucu.

Arzulanmak, sevilen ve istenen bir insan olmak aslında güzel bir his. Bazen kendimi tanrıça gibi hissettiriyor. Ancak bir gün sana tapınan insanlar ertesi gün seni taşlayabiliyor. Hele ki karşı tarafın arzuları sizin tarafınızdan tatmin edilmiyorsa. Kedi-ciğer meselesi. Yine de hemen her gün pek de iyi tanımadığımız insanları arzulamaya devam ediyoruz. Nedenini tam olarak bilemesek de. Güzellik, estetik, karizma ve aura/enerji önemli. Ayrıca güler yüzlü, rahat tavırlı, neşeli ve konuşkansanız, karşınızdaki insanlar dostane tavırlarınızı kolaylıkla kendi arzuladıkları şekillerde evirebiliyorlar. Sırf bu yüzden sert mizaçlı görünmeye çalışan birçok kadın arkadaşım var. Ben de yalnız sokakta yürürken ciddi bir ifade takınıp etrafıma pek bakmamaya çalışıyorum. Bu ülkede büyürken mecburen öğrenilen bir şey. 

Doğrusu başkalarının benim hakkımdaki düşüncelerine göre cinsel enerjimi gizlemek zorunda kaldığım bir hayat istemiyorum. Ben ne isem o olmaya devam edeceğim. Ancak beni nesneleştirenler de devam edecekler, biliyorum. Sokaklarda rahatça yürüyebileceğimiz, kılığımıza kıyafetimize, tavrımıza göre yargılanmayacağımız daha aydınlık bir ülke olmaya doğru rotamızın en kısa zamanda değişmesini diliyorum tüm kalbimle. 

Sevgiyle,



Yorumlar

Adsız dedi ki…
Günümüzde hem de her günümüzde yaşadıklarımız ancak bu kadar açık bir dille özetlenebilirdi.. Kafamızı yerden kaldırarak yürüyebileceğimiz ya da bunu yaptığımızda "snob" olarak değerlendirilmeyeceğimiz günler diliyorum ben de🙏

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Minik Kentli

Önemli bir kişi olmak!  Önemli ve değerli olduğumuzu ne sıklıkla düşünüyoruz? Düşünüyor muyuz? Emek verdiğimiz şeylerin karşılığını nasıl ve ne şekilde alıyoruz? Alabiliyor muyuz? İnsanlar bizim hakkımızda ne düşünüyor? Bizden razılar mı? Peki biz kendimizden razı mıyız? Özdeğer duygumuz nasıl?  Geçtiğimiz üç gün MBB'nin düzenlediği MARUF25 (Marmara Urban Forum) kongresindeydim. Çok büyük, belli ki çok zor ve detaylı bir organizasyon yapmışlar. Havaalanından beni bir araçla alıp Haliç Kongre Merkezi yakınındaki otelimize bıraktılar. Havaalanında MARUF görevlisiyle ve beni götürecek şoförle biraz sohbet ettim. Sonra İstanbul'un iki yakası arasındaki 48 dakikalık yolculuğumda pencereden dışarıyı seyrettim. Köprüden geçerken yine hayran hayran boğaza baktım. İstanbul'dan neden ayrıldığımı hatırladım: köprüden geçerken bu şehre hayran olmaya devam edebilmek için... Aklımdan atölye ve panel için yapacaklarımı, onlar haricinde katılacağım etkinlikleri ve bir yandan İzmir'de d...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..