Ana içeriğe atla

"Rağmen" Sevmek

Sevgili Saba Deniz Uzun'ın "Aşka Geldik" eğitimine dair notlar paylaşacağım. Gerek meditasyonlar, gerek sunumlar çok verimliydi. Önümüzdeki hafta özellikle "alma-verme dengesi" üzerine iki eğitimimiz daha olacak. Saba hoca bize sevginin yedi şeklini ve bunların birbiriyle ilişkisini anlattı;

  • Tanrı sevgisi
  • Kendini sevmek
  • İki insan arasındaki aşk ve sevgi
  • Aile sevgisi
  • Arkadaş sevgisi
  • Evrensel sevgi
  • Koşulsuz sevgi

Ancak bu sevgilerin tümünü deneyimleyebilirsek, gerçek anlamda sevgi dolu insanlar olabiliyoruz. Bu sevgi türlerinden birinin varlığı ya da yokluğu, diğerini olumlu ya da olumsuz etkileyebiliyor. Ayrıca sevme ve sevilme sürecine ket vuran, içimizdeki çocuğun dört büyük korkusunu anlattı;

  • Baskı ve beklenti korkusu
  • Reddedilme ve terk edilme korkusu
  • Yeterli alana sahip olamama, yanlış anlaşılma veya önemsenmeme korkusu
  • Fiziksel veya enerjisel taciz veya şiddete maruz kalma korkusu

Doğrudan içimizdeki çocukla ve çocukluk travmalarımızla bağlantılı olan tüm bu korkular içinde "reddedilme ve terk edilme korkusu", bende olduğunu düşündüğüm tek korkuydu. Eğer çocuklukta ebeveynlerin biri ya da ikisi tarafından terk edilmişsek, anne babamızdan eşit ve yeterli ilgi ve sevgi görememişsek, bizi anneanne-dede gibi aile büyükleri yetiştirmişse ya da yetimhanede büyümüşsek ikili ilişkilerimizde de neredeyse yüzde yüz benzer korkulara sahip olabiliyoruz. Bu korkumu tetikleyen ilişkilerim olduğunu ve bu korkunun benim için gerçekte o kadar da önemli olmayan insanlara ve ilişkilenmelere karşı beni nasıl bağımlı ve hatta takıntılı kıldığını fark ettim. Tetiklendiğimiz noktaları ve bu tetiklenmelerin olaylara gerçekte olduğundan daha fazla önem atfetmemize sebep olabileceğini görebilmemiz gerekli. Reddedilme ve terk edilme korkusu ilişkilerde alma-verme dengesini şaşırmamıza sebep olabiliyor. Ne kadar veriyorsak o kadar alabilmeliyiz, ve tam tersi. Bir ilişkide istemek ilişkiyi geliştirmenin ve bağlanmanın bir yolu. Ancak bu şımarıkça her şeyi istemek demek de değil. Bir ilişki içerisinde sınırlarını ve ihtiyaçlarını bilmek ve karşı tarafa ifade edebilmekle ilgili. 

Ayrıca Saba hoca, Instagram sayfasında sevginin üç türü olduğunu paylaştı; Birincisi "eğer" türü sevgi; "Eğer ... olursan, seni severim". İkincisi "çünkü" türü sevgi; "Seni seviyorum, çünkü ...". Bu iki koşullu sevgi türünden farklı ve daha gerçek olan üçüncü tür sevgi ise "rağmen" türü sevgi. Bir koşula bağlı olmadığı ve karşılığında bir şey beklemediği için, bu üçüncü tür sevgide insan bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen sevilir. Açıkçası düşündüm; "Bugün ... olmama rağmen beni seven insanlar var mı?" ya da "Bir gün ... olursam, buna rağmen beni sevecek insanlar var mı?" Annem muhtemelen. Ve belki en yakın dostlarım. Hayatımın şu evresinde yalnızca beni "rağmen" sevebilecek insanları hayatımda tutmak istiyorum artık.

Bu hafta okuduğum "rağmen sevmenin" önemini vurgulayan bir başka kaynak da Mesnevi'nin ilk 18 beyitinin derlendiği "istediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara" kitabıydı. Destek yayınlarının felsefe kitapları serisi müthiş. Epiktetos'tan sonra seride okuduğum ikinci kitaptı. Herkese tavsiye ederim. Sazlıklardan koparılan ney'in hikayesiyle başlayıp bitiyor kitap.

13. beyit Leyla ile Mecnun'u anlatıyor. Birbirinden ayrı düşmüş iki sevgilinin dünyevi kaygılardan arınıp ilahi aşk ve güveni keşfetmesinin öyküsü bu. Leyla'yı severken, Leyla'nın içine o aşkı veren Mevla'ya ulaşmanın hikayesi... Aşkın kaynağı sevgilinin kendi değildir. Ona yüklenen anlamlar, sunulan sevgi seli, hoşgörü, anlayış ve güzellikler bir kaynaktan akar. Bu kaynağa ev sahipliği yapan da aşığın kendisidir. Kendinde olanı yükler sevgilisine. Dostoyevski'nin "Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir" derken tarif ettiği, sevgiliye yüklenen anlamların, bu anlamlara ev sahipliği yapan aşığın gönlünün güzelliğidir. Aşık gönlündeki coşkun sevgiyi, Tanrısal/Evrensel sevgi kaynağından alır. 

Cennetin bir tasviridir aslında Leyla'nın fiziksel bedeni. Ancak sufiler der ki, insan cennete ulaşmak ya da cehennemden kaçmak için değil, hakikate ulaşmak için çabalamalıdır; "Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni..." Yunus Emre de aynı duygularla anlatır Tanrısal/Evrensel sevgiyi. Bir ödül uğruna ya da bir cezadan sakınmak adına iyi olmaya çalışmakla, koşulsuz hakikatin peşinde olmak ve bu uğurda her şeyi göze almak aynı şey midir? Bu ayrım tüm tarihsel süreç boyunca ve bugün de devam eden, radikal siyasal dincilerin dogmaları ve felsefecilerin düşünleri arasındaki ayrımı da göstermiyor mu aynı zamanda?

14. beyitte yola akılla değil, ancak kalple çıkılabileceği ve tasavvufun tam bir teslimiyet ve güven hali olduğunu belirtir Mevlana. İlahi düzenle pazarlık yapılmaz. Koşullu sevmek insan aklının bozgunudur. Beyitte sözü geçen "aklını yitiren aşıklar" sevgileri koşula bağlı olmayan, bu türlü koşullardan özgürleşmiş insanlardır; "Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil!"

Aşkta acıdan kaçınmak yeni acılar yaratır. Her şekilde acı olacaktır. Platonik aşksa kavuşamadığında acı olacaktır. Birlikteyken ayrılık acıtacaktır. Eninde sonunda ayrılık olacaktır çünkü bir gün çiftlerden biri ölecek ve bu geride kalanı acıtacaktır. Kısacası acıdan kaçamayız. Acıdan kaçmak bizi bataklığa sürükler. Bu yüzden acının ve korkunun ötesine geçmeliyiz.

Saba hoca bir meditasyon sırasında bize fazla gelen her şeyi, her duyguyu, her insanı, kendi çemberimizin dışarı çıkararak alanımızı temizlememizi öğütledi. Alanımızı temizleyerek boşalttığımızda evren boşluk sevmediği için boşluğu yeni bir şeyle dolduracaktır. Elbette eğer biz yeniye yer açarsak... 

Rağmen sevenleriniz çok olsun...

Sevgiyle,


Mevlana ve Şems'in kavuşması

"Senden yansıyan görüntümü daha çok seviyorum.
Senin gördüğün ve bana anlattığın halimi.
"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

İzmir Planlama Ajansı 2.0

Hayat çok enteresan. Seçim süreci birçok kişinin birçok planını değiştirdi. Benimki dahil. Mesela İZPA’dan ayrılıp başka bir ofise geçecektim. İzBB Başkan adayı değişince, o ofis kapandı. Ardından İZDOĞA’nın başkanı ve sistemi değişti. İZPA, EGEŞEHİR şirketine geçti. Şimdi baştan yapılanıyor.   Sonuçta evet, yine gittim, a ma İZPA’yı da yanımda götürerek .  Ben gittiğimde İZPA’da kalacak olanlar ise.. geride kaldı. Hayat çok enteresan. İzmir Planlama Ajansı, logosu ve bütün kurumsallığıyla yeni baştan oluşuyor ve içinde önemli bir pozisyon alacağım gibi görünüyor.  O halde, bekle beni İzmir Vizyon 2074 Ofisi!

Zaman

Zaman bütün yaraları sarıyor derler. Bütün yaraları sarmıyor belki, bazı şeyler akla geldikçe hala ufak rahatlatıcı küfürler çıkıveriyor ağızdan.. Ama o bazı şeyleri olduğu gibi görmek, aşmak ve kabullenmek için zamanın çok yararı oluyor gerçekten.  Geriye dönüp bakınca "Keşke," yerine daha çok "İyi ki," diyebiliyorsak bu büyük şans. Bir noktada bir şeyleri doğru yapmışız demek ki. Zamanı kayıp olarak değil, kazanç olarak görebilmek büyük şans.  Bizler, yıllar önce yine bu blogda yazmıştım , demir gibiyiz. Zaman, demiri eriten ateş, başımıza gelen olaylar ise incelikle onu şekillendiren çekiçler. Şimdi durduğumuz noktaya bakıp mutlu ve yeterli hissediyorsak, geçmişe bakıp iyi ki dememek için bir neden göremiyorum. Acı, hüzün, yorgunluk ve bazen aptallık derecesine varan körlüklerimiz bile bizi her geçen gün bilgeleştiren şeyler oluyor. Her şeye rağmen, iyi ki sevebilmişim. İyi ki hala sevebiliyorum. İyi ki, asla itiraf etmeyecek olsalar da, bugün kendi seçimleri son...