Ana içeriğe atla

ITÜ

Üç yıl önce bu okula ilk gelişimi hatırlıyorum. İstanbul'da olmayı çok istemiştim ama tüm sevdiklerimi geride, İzmir'de bırakmanın burukluğunu yaşıyordum. Ne çok alışmıştım 4 sene okuduğum arkadaşlarıma, hocalarıma. Üstelik bir tek onlar değildi geride bıraktığım, ailem, o zamanki erkek arkadaşım. Ne akla hizmeten gelmiştim ki! Delilikti yaptığım. Sadece içimden buyurgan bir ses hayatımın bir bölümünü bu şehirde yaşamam gerektiğini, göreceğim güzellikler, tanıyacağım yeni insanlar olduğunu, özgür olmam gerektiğini söylüyordu. İçimdeki sesi dinledim. Yoo, hiç de pişman değilim.

Okuldaki ilk günümdü. Hiç unutmuyorum, yaz tatili sonrası tüm arkadaşlar orta bahçede birbirlerine koşarak kucaklaşıyorlardı. Aşinaydım o görüntüye biz de böyle yapardık. Bense, neredeyse kimseyi tanımıyordum. Sınıfta henüz yabancı olduğum öğrenciler, hocalar vardı. İlk ders Urban Pattern'di. Hocamız da Mehmet Ocakçı. Çok ilginç konular anlatıyordu, severdim o dersi ayrıca tatlı bir adamdı. Şansa bakın ki kent fotoğraflarından örnekler gösterirken karşımda güzel İzmir'imi ve onun o güzel palmiyelerini buldum! Gözlerim doluverdi. Tam karşısında oturduğum Mehmet hocanın nezle olduğumu filan düşünmesini ümit ettiğim bütün ders elimden mendil düşmedi. Bir terslik olduğunu anlamış olacak ki hoca da hep bana bakıyordu. Neyse toparladım durumu.

Okuldaki ilk günümün ilk dersini geçmişte bıraktığım her şeye ağlayarak geçirmiştim.

Sonra yavaş yavaş her şeye adapte olmaya başladım. Sınıf arkadaşlarım harika insanlardı. İlk projemiz Mardin için yaptığımız gezide hemen kaynaşıvermiştik. Hocalarımızı da çok seviyordum. Hüzün, yerini merak ve keşfetme isteğine bıraktı. İstanbul'u yaşamak istiyordum. Elimden geldiğince yaşadım bu 3 yılda. Bir dönem yine güzel İzmir'im gibi güzel palmiyeli bir başka şehirde, Barselona'da olmak da apayrı bir keyifti.

Geldim, kapandım, tezimi yazdım, jüriye çıktım ve bitti. Aradaki onca süre o kadar çabuk geçmiş gibi ki.. Şu anda okulun labından yazıyorum. Muhtemelen bu okula son geliş gidişlerim çünkü yakında İzmir'ime dönüyor, eski okulumda doktoraya başvuruyorum. Bu kadar özlem yeter.

Çok ilginç ki, imza prosedür işlerini hallettikten sonra yemekhanede yan masamda yine Mehmet Ocakçı oturuyordu. Onu toplasam üç sene boyunca beş, altı kere filan görmüşümdür. Okuldaki son günlerimde aklıma o ilk günkü heyecanım, yalnızlığım geldi. Şimdi yalnızlık hiç koymuyor. Kendimi daha büyümüş hissediyorum.. ve de zafer kazanmış.

Mehmet hocadan ilk senenin ilk dersi dışında başka ders almamıştım. Beni muhtemelen hatırlamaz sanıyordum. Tepsiyi bırakmak için yanından geçerken "Afiyet olsun, hocam" dedim. "Merhaba Dalya!" dedi. O kadar mutlu oldum ki.. adımı bile unutmamıştı! Bu kez mutluluktan doldu gözlerim..

Evet, itiraf ediyorum son günlerde sulugöz oldum biraz. Fazla stresli bir dönemin ardından aniden rahatladığım için olsa gerek? İyi, kötü ama hep öğretici günler yaşadım bu okulda. Hayatımın bir bölümünü İstanbul'da yaşamış olmaktan ve İTÜ'de okumaktan dolayı gerçekten mutluyum. Burası benim hayatıma renk ve lezzet kattı. Emeği geçen, yemekte tuzu olan herkese, her güzel an için teşekkür ederim.

Artık özleyeceğim bir yer daha var.

Dalya 18/06/2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yasemin

Bugün dalında bir yasemini koklayıp seni düşündüm. Yaşıyorlar, demiştin, zarif zarif.. Bir çiçeği koparmayıp dalında koklamak gibi senin aşkın da.. Öyle nazik, öyle düşünceli.. 

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...