Bazen birini çok özlersin, kalbinin ucu titrer. Bazen pişman olduğun yaşanmamışlıklar olur. Kimseye söyleyemezsin... Kayaların üzerinden rüzgara koşmak, yıldızları, dolunayı izlemek istersin. Şarkı söyleyesin gelir. Küçük mucizeler beklersin. Öyle, ansızın... Bugün toplantı masasında 25-30 yıl sonraki İzmir'den bahsederlerken çoğu orta yaşlı hocalarıma baktım. Yaşamı düşündüm. Yaşanacak kadarı. Böyle zamanlarda herşey anlamsız gelir. Seni yerle bir etmiş insanları bile yeniden sevebilme gücü gelir. Sevgi sınırsız bir şey olmalı. Böyle zamanlarda ansızın gözlerin doluverir. Sonra geçer böyle zamanlar. Ama tek bildiğim... Biz sanırım sadece böyle zamanlarda gerçekten yaşıyoruz, nefes alıyoruz. Bugün Filiz'i de düşündüm. 2011 Kasım ayında kaybettiğimiz arkadaşımızı. Evlenecekti yaşasaydı. Sevgilisini düşündüm. Atlatmış mıdır? Huzur içinde uyu arkadaşım. Yaşam çok kısa, çok uzun, çok dehşetengiz ve çok mutluluk verici. Ölüm nasıl henüz bilmiyoruz. Devam ediyoruz...
Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...
Yorumlar