Ana içeriğe atla

Küçük Bir Denizkızı

Başını sudan çıkardığında kocaman mavi gözlerini bana dikip yanımda yüzmeye başladı. Yok böyle bir güzellik! Dalıyor, taklalar atıyor, çıkıyor, sonra kurbağalama yüzüyordu. Ben ahesteydim gerçi ama bana yetişmek için oldukça çaba sarfediyordu. Havuzun öteki ucuna ulaşıp tutunduğumda neredeyse benimle aynı zamanda tutundu. Dönüp gülümsedim, "Merhaba, küçük denizkızı. Ne kadar güzel yüzüyorsun öyle."  Hafif utangaç güldü ve benimle bir yüzmeye devam etti. Öteki kıyıya tutunduğumuzda, havuzdaki diğer çocukları gösterdim. "Akraba mısınız, arkadaş mı?" 
"Yok şimdi tanıştım onlarla, misafirim ben burada oturmuyorum."
"Kaç yaşındasın?"
"Dokuz."
"Adın ne?" 
"İpek."
Tam da İpek adı verilecek bir kızdı, doğrusu! O kıyıya tutunup ne kadar sohbet ettik bilmiyorum. Arada yüzdük, daldık, 2,5 metreye göbeklerimizi değdirdik, çıktık, deniz kestanelerinden, evcil hayvanlara ve hatta uzaylılara kadar her şeyden konuştuk. Babasının kaptan bir arkadaşından bahsetti. Gemisini yutmak üzereyken avladığı dev bir kalamardan bahsetmiş İpek'e. 
Gülümsedim. "Moby Dick'i oku." dedim. "Peki denizkızlarına inanıyor musun?"
"Bilmem.. Bazen, sanırım." 
"Ben 14 yaşıma kadar inanırdım. Aslında henüz keşfedilmemiş olmaları, varolmadıkları anlamına gelmez, değil mi? Peter Pan da mesela?"
"İyi kalpli vampirler de, uzaylılar da.." diye devam etti, gülümseyerek. O yaşları, her şeye inanabilme özgürlüğünü hatırladım. Bir çocuğun hayal gücünün güzelliği ve dokunulmazlığını.. 
"Evren çok büyük," dedim. Gökyüzünü gösterdim. "Gece gördüğün tüm o yıldızlar birer güneş, biliyorsun değil mi?"
"Neee?" diye feryat etti. "İnanamam, havaya asılı fenerler gibi duruyorlar!" 
Güldüm. "Evet öyle çünkü çok uzaktalar. Güneş de bir yıldız. Orta yaşlı bir yıldız."
Bir süre ikna olamadı tabi. Sonra çok hoşuna gitti. Uzaylıların gerçek olabileceğinden bahsettik.
"Belki," dedi ufaklık. "Belki bizim gibilerdir? Belki orada da bir İpek vardır, hem benim gibi hem değil? Benim adım İpek X ise, o İpek Y'dir mesela?" Devam etti, "Belki şu anda orada da bir İpek'le bir Dalya havuzda karşılaşmış konuşuyorlardır, ne dersin?"
Başımı salladım. "Paralel evrenler.. Neden olmasın? Belki bizim gibi, belki benzer, belki çok farklı, kim bilir?"
Bu yeni ve enfes düşünceyle gökyüzüne bakıp gülümsedi ve sonra suya dalıp topuğumu gıdıkladı :)
Babaannesi misafir geldikleri eve çağırana kadar biraz daha oyalandık. Hiç istemeyerek çıktı. Ben güneşlenmeye giderken el sallaştık. Uzanıp gözlerimi kapattığımda bir kadın sesi duydum, 
"Evet, abla da seni çok sevmiştir, ne güzel İpek'çim.."
Kocaman gülümsedim. İnsana dair umutlandım. Çocukluğun güzelliğini hatırladım. Yeter ki doğru ellerde, doğru şekilde yoğurulsunlar..

Artık 9 yaşında dünyalar güzeli bir arkadaşım var. Şu anda havuza gitmem için sesleniyor yeniden. Ben kaçtım! ;)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Minik Kentli

Önemli bir kişi olmak!  Önemli ve değerli olduğumuzu ne sıklıkla düşünüyoruz? Düşünüyor muyuz? Emek verdiğimiz şeylerin karşılığını nasıl ve ne şekilde alıyoruz? Alabiliyor muyuz? İnsanlar bizim hakkımızda ne düşünüyor? Bizden razılar mı? Peki biz kendimizden razı mıyız? Özdeğer duygumuz nasıl?  Geçtiğimiz üç gün MBB'nin düzenlediği MARUF25 (Marmara Urban Forum) kongresindeydim. Çok büyük, belli ki çok zor ve detaylı bir organizasyon yapmışlar. Havaalanından beni bir araçla alıp Haliç Kongre Merkezi yakınındaki otelimize bıraktılar. Havaalanında MARUF görevlisiyle ve beni götürecek şoförle biraz sohbet ettim. Sonra İstanbul'un iki yakası arasındaki 48 dakikalık yolculuğumda pencereden dışarıyı seyrettim. Köprüden geçerken yine hayran hayran boğaza baktım. İstanbul'dan neden ayrıldığımı hatırladım: köprüden geçerken bu şehre hayran olmaya devam edebilmek için... Aklımdan atölye ve panel için yapacaklarımı, onlar haricinde katılacağım etkinlikleri ve bir yandan İzmir'de d...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..