Onunla çok güzel bir şey yakalamıştık. Ya da belki de ben yakalamıştım. Aynı boşluğa bakıp aynı hayali kurabiliyorduk sanki. Sihirli gibiydi. Bir yanıyla bana benziyordu hayata bakışı; ama bir yanıyla da bambaşkaydı, sürprizliydi. Bir şehri bir bütün olarak varlığıyla daha da güzelleştirmişti. O şehir pek kimselerin bilmediği kuytularının hikayelerini fısıldamıştı kulağıma. Belki çoğunu aklım yaratmıştı kim bilir? Ve evet, en mükemmel, en güzel, en akıllı, en dürüst o değildi. Ama bir daha hiç öyle sihirli bir şey yaşamadım hayatımda.
Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...
Yorumlar