COP30 BM İklim Değişikliği Konferansı için geçtiğimiz hafta Brezilya'nın Belém kentindeydim. İçimden bir ses Amerika kıtasına önce güneyinden giriş yapacağımı hep biliyordu. Şu satırları Atlas okyanusunun üstünden geçerken yazmaya başladım. Nedense çok mecalim yok aklımdan geçirdiklerimi metne dökmeye. Ve yazacak ne çok şey var aslında.
İnsanoğlu kanatsız kuş misali
Bu gezide beni heyecanlandıran şeyler var, ilkler var mesela, sonra başarılar var, sonra komiklikler, sinir bozuculuklar, saçmalıklar var. Sonra bir miktar işkoliklik var bir de varoluşsal krizler. Neyi neden yapıyoruz, bu yaptıklarımız greenwashing mi, yoksa gerçekten harika şeyler mi? Nerede ne kadar övünmeliyiz? Eğer hiçbir işe yaramıyorsa yaptıklarımız ya da yaramayacağını düşünüyorsak hiçbir şey yapamayız ki.. Hep bir debelenme içindeyiz.
Mesela ben oram buram tutukken kalktım 2 gün süren yollara attım kendimi. Bambaşka bir kıtadan, Güney Amerika’dan dönüyorum şu anda. Uff söylemesi pek havalı ama o ıslak ve yapış yapış sıcak Ekvador havasında saç baş yolmaca kısmı hiç de havalı değil. İş yerinde seni çekemeyen insanların her şeyi zora koşması ve bürokratik saçmalıklar kısmı da hiç havalı değil. Ama her şeye rağmen buraya gelmek, bu sunumu yapmak, bu networkleri kurmak evet, ÇOK havalı.
Şunun şurasında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda Türkiye Pavilyonu'nda Türkiye'yi temsil ettim balım, n'abeer :)
İkinci gün yürürken yanımdan ABD Eski Başkan Yardımcısı Al Gore geçti. AL GORE! Bu kadar çok insanı aynı amaçla bir araya toplayan başka bir zirve yok. Dünyanın tüm milletlerinden insan vardı. Bu curcunanın bir tık büyüğü Olimpiyatlardır, o kadar.
Türkiye Pavilyonu T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından hazırlandı. Ancak hem ücretler hem mesafe sebebiyle Bakanlık haricinde fiziki olarak Türkiye’den çok az kişi katıldı. Ben de onlardan biriydim. Bence mesaim uzun İstanbul-Sao Paolo uçuşunda yanımda oturan Arjantinli adamla 1 saat yenilenebilir enerji üzerine yaptığım tartışma ile başladı. 2 yıldır Katar’da doğalgaz firmasında çalışan bir mühendis ve kendi tabiriyle bad guy’lardan. Panelde ise Türkiye’de yerel yönetim ölçeğinde iklim şehir sözleşmeleri ve iklim farkındalığına yönelik çalışmaları anlattım.
Belem’in altyapısı bu ölçekte bir etkinlik için son derece yetersizdi. Hangar koşulları, çevresi ve erişimi asla ve asla engelli-dostu, yaşlı-dostu, HİÇBİR ŞEY dostu değildi. Güneşte de yağmurda da sersefil olduk. Görevlilerin neredeyse hiçbiri İngilizce bilmiyordu. Neyse ki kent içi ulaşımda Uber güvenli ve görece ekonomik bir seçenekti. Hangarda çoğu yerde internet çekmedi, bu yüzden online yapılacak toplantılar sekteye uğradı. Klimalar ya az ya da çok çalıştı. Gıdım gıdım bakiye yükledikleri mavi kartlar ve anasının örekesine kurdukları food hub sebebiyle çoğu zaman aç kaldık. Neredeyse katılımcı sayısı kadar kalabalık biçimde alana yığdıkları polis ve askerler Amazon yerlilerinin eylemlerini kontrol altına almak yerine bizi kışkışladılar. Bu arada protesto eden yerliler sonuna kadar haklıydı. Sadece biber gazını amaçladıkları gibi devlet erkanları değil, bizim gibi teknik insanlar yedi, -onların toplantısı bir hafta önceydi yerli kardeşlerim, üzgünüm! Neyse COP30 daha 1 hafta sürecek ama bu 3 gün Belem bana yetti de arttı bile. Ve SONUNDA dönüş yolundayım!
Birlikte geldiğim ve kaldığım Profesör biraz deli, kesinlikle OKB, zeki ve komik bir adam. Mutfakta görünce çığlığı bastığım ve ona öldürttüğüm böceği bana asla unutturmayacak. Katil oldum senin yüzünden deyip duruyor :) Kaldığımız ev başka bir alemdi ama diğerlerinin durumlarını duyunca öpüp başımıza koyduk desem yeridir. Kendisi hem yol hem ev hem de lounge arkadaşım oldu. Bu kadar uzun yolculuklarda lounge denen şeyin değerini çok iyi anladım. Hemen miles&smiles elite üyesi filan olmalıyım ben de.
Belem şehrinde bizdeki martılar misali her yerde akbabalar vardı. Tropik iklim bir değişik cancağızım. Ver-o-Peso, açaili balık yiyen sürü sepet vatandaş ve kallavi çeşit meyve, deniz ürünü, tütsü, takı, eşya satılan ve ÇOK KÖTÜ KOKAN bir pazardı. Açıkçası hemen bitişiğindeki Estaçao das Docas dışında merkezde sevdiğim pek bir yer olmadı. Ama tekneyle Combu adasına gidişim, yolda yanlarına eklendiğim Sırp kadınlar (girl power!), Filha do Combu’da orman ve çikolata turu ve ardından gittiğimiz harika palafit restoranda fileto nehir balığı deneyimleri güzeldi. İşte oradayken gerçekten Amazon’da olduğumu hissettim. İyi ki de gitmişim. Ormanda gezip tropik bitkileri öğrenirken “saldırgan olmayan” sivrisinek kovanlarının (evet yanlış duymadınız) yanından geçtik. O sarı humma aşısını boşuna olmadık ama değil mi? :) Kahve molamızda tepemizdeki ağaçtan yanımıza atlayan kertenkele misafirimiz de ayrı bir güzellikti!
Sırp hatunların yanında six pack’li Brezilyalı security guardlarla sosyal flörtleşip birine telefonumu verdiğimi de unutmamalıyım sanırım. Akşamına bir mesajla gözlerime iltifat, buluşma teklifi ve bir sanal öpücük aldım ;) Bir başka Brezilyalı da dönüş yolunda telefonumu istedi ama muhtemelen sadece İngilizce pratik için, heh heh. Bu arada neredeyse hiçbiri İngilizce konuşmuyor. Neyse, medeni cesaretleri hoşuma gitti, tatlı bir millet ama bazı konularda kesinlikle sinir bozucular. Yani hayatı kolaylaştırmak yerine BREZİLYA DİZİSİ DRAMASINA çevirmeye ne gerek var değil mi.. mesela hangarın EXIT kısmını otobüslerin olduğu tarafa koymak ya da otobüsleri çıkıştan 1 km uzağa park ettirmemek BU KADAR ZOR OLMAMALI! Neyse, tamam, sakinim.. Eve dönüyorum..
Şimdi döneceğim, dinleneceğim, sevgilimle hasret gidereceğim ve yeni haftaya ve COP Burdur etkinliğinin pürüzsüz geçmesine odaklanacağım. Ve spora daha düzenli gideceğim. An’dan daha çok keyif alarak hedeflerime doğru istikrarla ilerlemeye devam edeceğim. O hedefler ki bir kısmı yolda belirecek, biliyorum..
Okyanus aşırı ve ufuk açıcı bir hafta oluyor..
Akışta kalmaya devam,
Sevgiler,
D.
.jpeg)
Yorumlar