Kimse kimsenin olmasın..
Yaşam yolculuğumuzu yalnız sürdürürüz... Sonra, birileri gelir, sendeki seni ister...
Benim ol der... Hayatını bana ver. Sevgini, her şeyini...
Gözlerin sadece bana baksın, dudakların bana gülsün, ellerin beni okşasın, benim yolumda yürü.. Benim ol, sadece benim...
Sahibin ben olayım.
Oysaki sevmek, gerçekten sevebilmek, onun sahibiymiş gibi hissetmek ve hissettirmek değildir. Özgürlüğünü sonuna kadar yaşayabilmesini hissettirebilmek gerçek sevgidir. Kimse kimsenin değildir ve olmamalıdır.
Bir insanı kıskanmak ona güvenmemek her şeyden önce kendine güvensizliğin dışavurumudur.
Kendisine, içindeki gerçek öz benliğine saygı duyan birey, bu hastalıklı duyguyu içinde barındırmaz.
Asıl sahip olmamız gereken kendi özgürlüğümüz ve kişiliğimizdir. Özgürlüğümüze koşulsuz bir şekilde sahip isek, işte "o zaman" da eller, gözler ve kalpler beraber olabilmeyi seçiyorsa, gerçek sevgi doğru yere ulaşmış demektir. Sevgi ve ilgi zorla istenmez, istenirse zaten o sevgi olmaz. Kendiliğinden gelişir ve çoğalırsa adına sevgi diyebiliriz ancak ilgi yoksa bunu zorla talep etmek zavallılıktır. İkili ilişkilerdeki en büyük tuzaklardan birisi de budur.
Bana ilgini ver, sevgini ver, benim ol, hep benim; bana ait ol, hayatın benim; benim çizdiğim yolda yürü, sen bana aitsin.
"Kimse kimsenin değildir."
Aslında hepimiz yalnızız ve kendimizden bir tane daha yok. Hayata yalnız geliriz, maddi ve manevi olarak birçok şey ediniriz. Eğitiliriz,öğreniriz, paylaşırız, başarırız, kaybederiz, zevk alır, ya da acı çekeriz, çoğalırız, sever ve seviliriz; sonunda yaşamdan yine yalnız gideriz.
Kimse kimseye ait değildir.
Bu hissi yaşatmaya çalışan insanlar bizi seviyor olamaz. Sadece kendilerine ve egolarına aşık insanlardır onlar.
Halil Cibran, tek bir cümlede her şeyi özetler: "Hep yan yana olun ama birbirinize fazla sokulmayın çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır."
Kafes bir kelebeğin yeri değildir.
Kendi tutsaklığını sadece kendisi yaratan canlı türü, ne yazık ki insanoğlundan başkası değil. Tutsaklığı yok edecek olan da yine kendisidir. Bu ise cesaret ve değişimin gücüne, öncelikle kendisinin inanması ve uygulamasıyla gerçekleşebilir. Kuyruğunu ısıran bir yılana dönüşmesini kişi sadece kendi yaratır. Canını acıttıkça kuyruğunu ısırır, ısırdıkça daha da acıtır. Kendisine güvenemeyen ve kendisine acıyan birey yaşamı boyunca bunu tekrarlar ve sonunda kendisine saygısını yitirip acınacak duruma gelir. Kendisine saygısını yitiren bireye, başkalarının saygı duyması imkansızdır. Cesaretsizlik ve kararsızlık onu geri bırakır. Birey, tüm bu debelenme sırasında aslında kaybettiği en önemli şeyin "hayatı" olduğunu bilmez ve giden hayatın geri alınamayacağını... Bireyi milyonlarca insandan ayıran ise, sorunun değil çözümün bir parçası olabilme özelliğidir.
Özellikle ikili ilişkilerde insanlar, her anlamda kendi gibi olan insanları isterler; sonsuz uyumun burada saklı olduğunu düşünerek... Bu da bir narsizm biçimidir. Oysa yaşamı canlandıran sürprizler farklılıklarda gizlidir. Farklılıklar, ilişkileri besler ve asıl uyum farklılıktadır. Uyum zaten beraberinde gücü ve nitelikli olmayı getirir. Farklılığın beslediği böylesi bir uyum ise kendiliğinden var olur. Duygular zorlamasız ve yaptırımsız birleştiğinde güzellik var olur.
Tıpkı, tek bedende yaşayan biri yeryüzü diğeri de gökyüzüne ait iki hayvanın efsanesindeki mucizevi güzellik gibi. Onlar birbirlerine "sahip" değillerdir çünkü onlar zaten "tek"tir. Bu ayrıcalığı yaşayabilme şansına sahip olanlar ise, hayatın verebileceği en büyük ve anlamlı ödülü kazanmıştır.
Özgür ve güçlü bedenine kavuştuğunuz aslanın güçlü kanatları olabiliyorsanız, ya da kavuştuğunuz kartalın, özgür ve güçlü kanatları ile yükselmeye hazır güçlü bir aslansanız; işte o zaman, hem yeryüzünün hem de gökyüzünün tarifsiz ve sınırsız güzelliği size armağan edilmiş demektir.
İşte o zaman yaşam yolculuğunun doğru yönü için, kanatlarınızın ihtiyacı olan tek şey rüzgardır.
İşte o zaman Tanrı, Kutsal Rüzgarını vermeye zaten hazırdır.
AYŞEGÜL YEŞİLNİL
İstanbul / Dolunay zamanı
2008
Yorumlar