Ana içeriğe atla

Kutsal Rüzgar / Ayşegül Yeşilnil



Kimse kimsenin olmasın.. 
Yaşam yolculuğumuzu yalnız sürdürürüz... Sonra, birileri gelir, sendeki seni ister...
Benim ol der... Hayatını bana ver. Sevgini, her şeyini...
Gözlerin sadece bana baksın, dudakların bana gülsün, ellerin beni okşasın, benim yolumda yürü.. Benim ol, sadece benim...
Sahibin ben olayım.
Oysaki sevmek, gerçekten sevebilmek, onun sahibiymiş gibi hissetmek ve hissettirmek değildir. Özgürlüğünü sonuna kadar yaşayabilmesini hissettirebilmek gerçek sevgidir. Kimse kimsenin değildir ve olmamalıdır.

Bir insanı kıskanmak ona güvenmemek her şeyden önce kendine güvensizliğin dışavurumudur.

Kendisine, içindeki gerçek öz benliğine saygı duyan birey, bu hastalıklı duyguyu içinde barındırmaz.

Asıl sahip olmamız gereken kendi özgürlüğümüz ve kişiliğimizdir. Özgürlüğümüze koşulsuz bir şekilde sahip isek, işte "o zaman" da eller, gözler ve kalpler beraber olabilmeyi seçiyorsa, gerçek sevgi doğru yere ulaşmış demektir. Sevgi ve ilgi zorla istenmez, istenirse zaten o sevgi olmaz. Kendiliğinden gelişir ve çoğalırsa adına sevgi diyebiliriz ancak ilgi yoksa bunu zorla talep etmek zavallılıktır. İkili ilişkilerdeki en büyük tuzaklardan birisi de budur.

Bana ilgini ver, sevgini ver, benim ol, hep benim; bana ait ol, hayatın benim; benim çizdiğim yolda yürü, sen bana aitsin.

"Kimse kimsenin değildir." 

Aslında hepimiz yalnızız ve kendimizden bir tane daha yok. Hayata yalnız geliriz, maddi ve manevi olarak birçok şey ediniriz. Eğitiliriz,öğreniriz, paylaşırız, başarırız, kaybederiz, zevk alır, ya da acı çekeriz, çoğalırız, sever ve seviliriz; sonunda yaşamdan yine yalnız gideriz.

Kimse kimseye ait değildir.

Bu hissi yaşatmaya çalışan insanlar bizi seviyor olamaz. Sadece kendilerine ve egolarına aşık insanlardır onlar.

Halil Cibran, tek bir cümlede her şeyi özetler: "Hep yan yana olun ama birbirinize fazla sokulmayın çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır."

Kafes bir kelebeğin yeri değildir.

Kendi tutsaklığını sadece kendisi yaratan canlı türü, ne yazık ki insanoğlundan başkası değil. Tutsaklığı yok edecek olan da yine kendisidir. Bu ise cesaret ve değişimin gücüne, öncelikle kendisinin inanması ve uygulamasıyla gerçekleşebilir. Kuyruğunu ısıran bir yılana dönüşmesini kişi sadece kendi yaratır. Canını acıttıkça kuyruğunu ısırır, ısırdıkça daha da acıtır. Kendisine güvenemeyen ve kendisine acıyan birey yaşamı boyunca bunu tekrarlar ve sonunda kendisine saygısını yitirip acınacak duruma gelir. Kendisine saygısını yitiren bireye, başkalarının saygı duyması imkansızdır. Cesaretsizlik ve kararsızlık onu geri bırakır. Birey, tüm bu debelenme sırasında aslında kaybettiği en önemli şeyin "hayatı" olduğunu bilmez ve giden hayatın geri alınamayacağını... Bireyi milyonlarca insandan ayıran ise, sorunun değil çözümün bir parçası olabilme özelliğidir.

Özellikle ikili ilişkilerde insanlar, her anlamda kendi gibi olan insanları isterler; sonsuz uyumun burada saklı olduğunu düşünerek... Bu da bir narsizm biçimidir. Oysa yaşamı canlandıran sürprizler farklılıklarda gizlidir. Farklılıklar, ilişkileri besler ve asıl uyum farklılıktadır. Uyum zaten beraberinde gücü ve nitelikli olmayı getirir. Farklılığın beslediği böylesi bir uyum ise kendiliğinden var olur. Duygular zorlamasız ve yaptırımsız birleştiğinde güzellik var olur.

Tıpkı, tek bedende yaşayan biri yeryüzü diğeri de gökyüzüne ait iki hayvanın efsanesindeki mucizevi güzellik gibi. Onlar birbirlerine "sahip" değillerdir çünkü onlar zaten "tek"tir. Bu ayrıcalığı yaşayabilme şansına sahip olanlar ise, hayatın verebileceği en büyük ve anlamlı ödülü kazanmıştır.

Özgür ve güçlü bedenine kavuştuğunuz aslanın güçlü kanatları olabiliyorsanız, ya da kavuştuğunuz kartalın, özgür ve güçlü kanatları ile yükselmeye hazır güçlü bir aslansanız; işte o zaman, hem yeryüzünün hem de gökyüzünün tarifsiz ve sınırsız güzelliği size armağan edilmiş demektir.

İşte o zaman yaşam yolculuğunun doğru yönü için, kanatlarınızın ihtiyacı olan tek şey rüzgardır. 
İşte o zaman Tanrı, Kutsal Rüzgarını vermeye zaten hazırdır.

AYŞEGÜL YEŞİLNİL

İstanbul / Dolunay zamanı

2008

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

İzmir Planlama Ajansı 2.0

Hayat çok enteresan. Seçim süreci birçok kişinin birçok planını değiştirdi. Benimki dahil. Mesela İZPA’dan ayrılıp başka bir ofise geçecektim. İzBB Başkan adayı değişince, o ofis kapandı. Ardından İZDOĞA’nın başkanı ve sistemi değişti. İZPA, EGEŞEHİR şirketine geçti. Şimdi baştan yapılanıyor.   Sonuçta evet, yine gittim, a ma İZPA’yı da yanımda götürerek .  Ben gittiğimde İZPA’da kalacak olanlar ise.. geride kaldı. Hayat çok enteresan. İzmir Planlama Ajansı, logosu ve bütün kurumsallığıyla yeni baştan oluşuyor ve içinde önemli bir pozisyon alacağım gibi görünüyor.  O halde, bekle beni İzmir Vizyon 2074 Ofisi!

Zaman

Zaman bütün yaraları sarıyor derler. Bütün yaraları sarmıyor belki, bazı şeyler akla geldikçe hala ufak rahatlatıcı küfürler çıkıveriyor ağızdan.. Ama o bazı şeyleri olduğu gibi görmek, aşmak ve kabullenmek için zamanın çok yararı oluyor gerçekten.  Geriye dönüp bakınca "Keşke," yerine daha çok "İyi ki," diyebiliyorsak bu büyük şans. Bir noktada bir şeyleri doğru yapmışız demek ki. Zamanı kayıp olarak değil, kazanç olarak görebilmek büyük şans.  Bizler, yıllar önce yine bu blogda yazmıştım , demir gibiyiz. Zaman, demiri eriten ateş, başımıza gelen olaylar ise incelikle onu şekillendiren çekiçler. Şimdi durduğumuz noktaya bakıp mutlu ve yeterli hissediyorsak, geçmişe bakıp iyi ki dememek için bir neden göremiyorum. Acı, hüzün, yorgunluk ve bazen aptallık derecesine varan körlüklerimiz bile bizi her geçen gün bilgeleştiren şeyler oluyor. Her şeye rağmen, iyi ki sevebilmişim. İyi ki hala sevebiliyorum. İyi ki, asla itiraf etmeyecek olsalar da, bugün kendi seçimleri son...