Ana içeriğe atla

picasso

bir ressamın resimlerinin, tıpkı bir müzisyenin melodileri ya da bir yazarın sözleri gibi, kendi hayatının kesitlerini yansıttığını düşünürüm her zaman. dönem dönem değişir, farklılıklar gösterir, bazen geriye, eski tarzına geri döner, ama çoğu zaman dönmez. tıpkı insanlar gibi.. çünkü aslında vurulan her fırça darbesi, kişiliğin izlerini taşır. insan değişir, resimler değişir, renkler değişir, çizgiler artar, karışır ya da azalır, sadeleşir. iç huzurla alakalı. bir ressamın resmine bakarken, onu yaparkenki düşüncelerini anlamaya çalışmayı seviyorum. portrelerden bakan adam ve kadınların gözlerindeki delici bakışları da. neden bilmem, fotoğraflardan daha çok etkiler beni. sanki her tabloya o insanın ruhundan bir parça eklenmiş gibidir. "portrait of an unknown man" ürküttü beni bugün. adı bilinmeyen bir adam. bir zamanlar, picasso'ya poz vermiş, şimdi o resim ünlü müzelerde sergileniyor, günde yüzlerce kişi o adamın delici gözleriyle karşılaşıyor. ama o kim? bilinmiyor.. bilinmeyen insanların gözleri.. sonsuzluk böyle bir şey herhalde?
kısacası.. picasso'nun sadece kübik değil; mavi hüzünlü serisi, erotik serisi ve diğer çalışmalarının da görülmeye değer olduğunu düşünüyorum! birkaçı aşağıda..


dona amb mantellina (la salchichona) : pointillism & divisonism














mavi dönem (hüzünlü resimler)
 


erotik dönem
 
















kübik dönem

velazquez'in tablosunu kübizm tarzında defalarca çizmiştir. bir örneği.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

Yasemin

Bugün dalında bir yasemini koklayıp seni düşündüm. Yaşıyorlar, demiştin, zarif zarif.. Bir çiçeği koparmayıp dalında koklamak gibi senin aşkın da.. Öyle nazik, öyle düşünceli.. 

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..