Ana içeriğe atla

Melon Şapka Giyen Kadınlar

Maskülen bir aksesuarın inanılmaz yakıştığı kadınlardır. Bu kadınlar güçlüdür. Erkeksidir. Aşıktır. Ve yalnızdır. Yalnızlıkları, dik duruşları, kırılganlıkları ve sevdaları beni derinden etkiler. Onlardan birine dönüşmek veya onlara aşık olmak arasında kalırım. Delikanlı kadınlardır. Herhangi bir kadından daha ateşli, herhangi bir erkekten daha erkeksi ve tutkuludurlar. Tapılası kadınlar. Hayatları boyunca çok acı çekmiş, birçok sınavdan geçmişlerdir. Onları bu güçlü kadınlar haline dönüştüren çektikleri acılardır kuşkusuz. Ve bir zaman gelir, içlerindeki kadını sarıp sarmalayan, kendi erkekleri olurlar.

Coco Chanel güzel bir örneğidir bu maskülen kadınların tarzının. Yaşam stilini modaya yansıtır ve kadın giyiminde yeni bir çağ başlatır.

Audrey Tautou 2009 yılında çekilen filmde Coco'yu canlandırmıştır.


Coco Chanel


Camille Claudel. Büyük aşkı Rodin için kendi hayatını çöpe atmış olan o kadın. Onun için çalışmış bir sanatçı, heykeltraş. Ardından eserlerini parçalamış, akıl hastanesine düşmüş, 30 yıl orada kalmış ve orada ölmüş olan o kadın. Onun hakkında daha önce de yazmıştım.
Şöyle demiştir kendisi: 
"Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler. Duygusuz yavan insanlar. Bu benim ruhum en kutsal varlığım... Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler. Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım.. Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı.. Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum..."


1988 yılında filme uyarlanan "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"nde Lena Olin, özgür ruhlu ressam Sabina'yı canlandırmıştır. Büyük büyükbabasının şapkası favori aksesuarı olan bu güzel ve akıllı kadının en büyük korkusu bir adama bağlanmaktır.

Ve kendi gençlik yıllarındaki ilk (yada ikinci?) aşkını "Sevgili" kitabında anlatan Marguerite Duras... 1992 yılında filme uyarlanan hikayede Duras, Jane March tarafından canlandırılmıştır. Hikayenin geçtiği zamanlarda 15 yaşında olan bu gencecik kızın gücü, cesareti, iki katı yaşındaki o adamdan kat ve kat fazlaydı.



Bu hikayeler, kitaplar, filmler beni çok etkilemiştir. Kim bilir bilmediğim veya atladığım daha ne hikayeler vardır. 

Bu kadınlar, aşkta kaybeden kadınlardır. Terk edilmeden önce terk eden kadınlardır. Severken terk ederler. Yalnızca böylesi kadınlar kendi kalplerini söküp atabilir ve yaşamaya devam edebilir. Hayatı bir yerde hafife alırlar belki? Öteki türlüsü yaşamalarına olanak vermeyeceği için. Çünkü zaten herşey çok fazla ağırdır. Diğer herşey.

Bir mucize olsun diye beklerim. Ama hikayeler genelde aynı şekilde sonlanır. Giden kadın. Güçlenen kadın. Özlenen, pişman olunan, geri dönülmek istenen, aranan kadın. İstese de artık geri dönemeyecek olan kadın. Bağlanmaktan ölesiye korkan, ama ona sahip olacak bir erkeğe ihtiyaç duyan kadın.

Zordur bu kadınların işleri. Çünkü kendilerinden daha delikanlı bir adam bulmaları gerekir. Ve yoktur böyle bir adam. Çok zordur. Masallarda belki...

14.10.2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

Yasemin

Bugün dalında bir yasemini koklayıp seni düşündüm. Yaşıyorlar, demiştin, zarif zarif.. Bir çiçeği koparmayıp dalında koklamak gibi senin aşkın da.. Öyle nazik, öyle düşünceli.. 

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..