Ana içeriğe atla

Kitaplık

Kadın ilk önce kitaplarını toplamaya başladı. Sanıyordu ki evden almak istediği en değerli şeyler onlardı. Kimseye ödünç bile veremezdi, eli titrerdi. Adam da öyleydi. 9 yılın ardından birbiri içine geçmiş, bulanıklaşmış hatıralar arasından haliyle arada "Bu senin kitabın mıydı, benim mi?" diye soruyordu kadın. Hepsinde "Benim." dedi adam. "Emin misin, ben sana al demiştim bunu sanki?" Emindi. Kadın inatla sormaya devam etti. Hatta kesinlikle adamın olan bir kitabı aşırmak niyetiyle de baya tartıştı. Sonra bıraktı. Kitaplığın yarısında aklı kalacaktı zaten. 

Adam o süre boyunca playstation oynadı. Gergindi. Kadın nedenini bilmiyordu. Nedeni kadının varlığı mıydı, yakında bu evden gidecek olması mıydı, başka bir şey miydi? Sormadı. Alttan almaya karar verdi. Adamın hayatını kurtardığı yavru kedi kadının önünde arkasında zıplıyor, ayaklarına sarılıyor, kollarını dişliyordu. Hiç vazgeçmiyordu piç kurusu. Çok tatlı bir şeydi.

"Kahve ister misin?" dedi adama dönüp. Sevinir belki diye. "Ee, bir zahmet." dedi adam, her zamanki memnuniyetsiz tavrıyla. Bu kez daha az kırıldı kadın. Acıtmıyordu artık adamın sözleri onu eskisi kadar. Kahveyi yaptı, koltuğun kenarına bıraktı "Al canım, dikkatli ol." Ağzının içinden bir teşekkür etti adam, ya da etmedi, önemli değildi. Kitaplığın diğer yüzüne geçti kadın.

Kedi her yavru kedinin geceleri çıldırdığı gibi çıldırmış oradan oraya koştururken, Allahtan çoğu içilmiş olan kahveyi koltuğa döktü, elbette. Bu durumdan üç kişi zarar gördü: kedi, kadın ve playstation kumandası. Kumanda öfkeyle yere atıldığı, kedi öfkeyle kenara itildiği, kadın da "Senin yüzünden oldu, bir o yana bir bu yana giderek kediyi azdırdın, sen yokken hiç yapmıyor böyle şeyler!" denildiği için. 

"Merak etme yakında böyle bir sorunun kalmayacak." diye mırıldandı kadın etrafı toplarken. Eskiden öfkelenirdi. Artık bir şeyleri değiştiremeyeceğini çok iyi biliyordu. Koltuk örtüsünü makineye attı, kediyi okşadı, koltuğu adamın playstation oynamasına yeniden elverişli hale getirdi ve kitaplarını toplamaya devam etti. 

Bir tuşu bozulmuş playstation kumandası ve karşısındaki yaratık tarafından sürekli pusuya düşürülen savaş tanrısıyı avatarıyla uğraşan adam üzgünce mırıldandı; "Zaten çok stresli bir gün geçirdim..." 

O zaman kadın anladı ki bu öfkenin kaynağı aslında kendisi değildi. Muhtemelen yıllardır da değildi. Ama hep kendisine yansıtıldığı için hatayı kendinde aramıştı. Üzüntü ve şefkat duydu adam için. Ama ona hissettirdiklerini affedemiyordu, affedemedi. 

"Keşke her şey çok başka olabilseydi..." diye düşündü, yeni evine götüreceği ilk koliyi kapatırken. Bunca yıl, bunca emek, birikmiş olan bunca şey. Güzel ve hüzünlü şeyler. Ve yorgunluk. Artık öfke duyulamayacak kadar yorgunluk. Ve umut. Sıfırdan, bilinmez, yeni, taze bir şeylere başlamanın verdiği heyecan ve umut. 

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmek zorunda değildi. Hiçbir şey için geç değildi. İlişkilerin tümü çok değerliydi. Belki kendi yaşam süreleri vardı ilişkilerin: xx-xx-xx tarihine kadar tüketmeniz tavsiye edilir.  O tarihten sonra tüketirseniz midenizde ekşime yapar. 

Kısacası alacağımızı alıp, vereceğimizi verip yolumuza gitmeliydik. Bu kadar. Bir şey bitiyor diye değersiz değildi. Eğer öyle olsaydı, ölüm var diye yaşam da değersiz olurdu. Oysa en değerli şeydi yaşam. Bir şekilde bitmeye mahkum olduğu için, bir ilişkinin, etkileşimin her dakikası çok değerliydi. Belki de bunu bilerek, bunun farkında olarak yaşamak gerekirdi her şeyi. Belki de Sultan Mahmut'un yüzüğünde yazdığı gibi "Bu da geçer ya hu." demek gerekirdi... 

Hüzün de, sevinç de, yenilgi de, zafer de, aşk da... Hepsi geçer. 

Sevgiyle,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

İzmir Planlama Ajansı 2.0

Hayat çok enteresan. Seçim süreci birçok kişinin birçok planını değiştirdi. Benimki dahil. Mesela İZPA’dan ayrılıp başka bir ofise geçecektim. İzBB Başkan adayı değişince, o ofis kapandı. Ardından İZDOĞA’nın başkanı ve sistemi değişti. İZPA, EGEŞEHİR şirketine geçti. Şimdi baştan yapılanıyor.   Sonuçta evet, yine gittim, a ma İZPA’yı da yanımda götürerek .  Ben gittiğimde İZPA’da kalacak olanlar ise.. geride kaldı. Hayat çok enteresan. İzmir Planlama Ajansı, logosu ve bütün kurumsallığıyla yeni baştan oluşuyor ve içinde önemli bir pozisyon alacağım gibi görünüyor.  O halde, bekle beni İzmir Vizyon 2074 Ofisi!

Zaman

Zaman bütün yaraları sarıyor derler. Bütün yaraları sarmıyor belki, bazı şeyler akla geldikçe hala ufak rahatlatıcı küfürler çıkıveriyor ağızdan.. Ama o bazı şeyleri olduğu gibi görmek, aşmak ve kabullenmek için zamanın çok yararı oluyor gerçekten.  Geriye dönüp bakınca "Keşke," yerine daha çok "İyi ki," diyebiliyorsak bu büyük şans. Bir noktada bir şeyleri doğru yapmışız demek ki. Zamanı kayıp olarak değil, kazanç olarak görebilmek büyük şans.  Bizler, yıllar önce yine bu blogda yazmıştım , demir gibiyiz. Zaman, demiri eriten ateş, başımıza gelen olaylar ise incelikle onu şekillendiren çekiçler. Şimdi durduğumuz noktaya bakıp mutlu ve yeterli hissediyorsak, geçmişe bakıp iyi ki dememek için bir neden göremiyorum. Acı, hüzün, yorgunluk ve bazen aptallık derecesine varan körlüklerimiz bile bizi her geçen gün bilgeleştiren şeyler oluyor. Her şeye rağmen, iyi ki sevebilmişim. İyi ki hala sevebiliyorum. İyi ki, asla itiraf etmeyecek olsalar da, bugün kendi seçimleri son...