Bir yanda bir kadın, yaşlı, ağır yükler binmiş omzuna, önce babadan, sonra kocadan. Başkaları söylemiş nasıl yaşayacağını, saat kaçta uyanacağını, kaçta uyuyacağını. Ne zaman sofraya oturulacağını. Başkaları tembihlemiş hava kararmadan evde olunacağını. Güzelsin deyip almışlar okuldan onikisinde. Okuyamamış. Okuma aşkı kalmış içinde. Çocuk doktoru olmakmış hayali oysaki. Her bakışımda gözlerinde hüzün, hiç mutlu olamamış bu kadının. Yaşamı, önce babasının, sonra kocasının, sonra evlatlarının, torununun yaşamı.
Öte yanda başka bir kadın, yaşsız artık, yaşamıyor, iki kere gördüğüm. Ayrı yükler omuzlarında, ama dimdik duruyor. Umursamamış o yükleri sanki, yok saymış. Güzelmiş çok. Hala güzel, yaşsızken bile. Genç yaşta evlilik, çocuklar, alkol tuzağı.. Sonra birdenbire geliveren aşk. Özgürlük aşkı. Kocasını ve çocuklarını geride bırakıp yeni bir hayata atılmış. Bir çocuğu daha olmuş o aşktan. Ama yürümemiş, olmamış, dönmüş eski evine. Sonra kim bilir nasıl geçmiş özgür bir kuşun bir odada esaret yılları. Yaşamı kendi yaşamı olmuş. Herkesten uzak, kopuk ve kendi yaşamı. Kendi seçimlerinin sonuçları. Delilik ve dahilik arasında parlayan zümrüt yeşili gözleri, Nasa'ya yazdığı mektupları, çılgın, delice güzelliği, yalnızlığı.
Damarlarımda birbirine böylesine yabancı iki yaşlı ve yaşsız kadının kanı...
Yorumlar