Ana içeriğe atla

biz "kim" oluyoruz?



Koca mavi gözleri merakla bakıyordu. Üç yaşlarında bir oğlan çocuğuydu. Dolmuşta, babasının kucağında, yanıma oturdu. İnsanoğlunun en saf, en içten ve meraklı hali.. Babası yeni uzamış jölelenmiş saçlarını  geriye taramıştı, arada okşuyordu.
"Babacım, saçlarım nasıl babacım?"
"Çok güzel oğlum, çok yakışıklı oldun. Çok kız beğenecek seni ileride. Çok canlar yakacaksın." dedi adam gevrek gevrek.
"Yok canıım.." dedi ufaklık gözler kocaman.
"Evet, evet.." diye güldü baba, ufaklığın kulağına bir şeyler fısıldadı. Çevrenin duymaması gerekecek kadar sakıncalı ne fısıldamıştı o adam 3 yaşındaki çocuğun kulağına?
"Baba! Bak, kuş baba! Ördek!"
"Hayır oğlum, martı. Ördek başka türlü oluyor, çok da lezzetli oluyor, önce avlanıyor sonra yeniyor."
Çocuk hayretler içerisinde babasına döndü.
"Yeniyor mu? Kuşları yiyorlar mı?" 
"Bazılarını. Martı yenmez mesela."
"Yaa... Peki, saçlarım nasıl baba?"
"Süper oğlum, muhteşemsin."
Ufaklık gözlerini dışarı çevirdi, gördüğü her ilgi çekici nesneyi babasına gösterip sorular sormaya devam etti. Babası da sorularını yanıtlamaya.
O an anladım ki, biz, hepimiz en saf halimizle dünyaya geliyor ve başka insanların ellerinde yoğuruluyorduk. Hepimiz küçükken hamurdan ibarettik. Bazılarımız şanslıydı, ustalıkla işlendiler. Bazılarımızsa kayboldu, amaçsız, sevgisiz ve öfkeli olarak yetiştiler. Okul öncesi eğitim o kadar önemli ki.. 
Şimdi o adam o çocuğa kitap okumasını, düşünmesini, sorgulamasını öğretse, ördekleri oynanacak sevimli varlıklar olarak tanıtsa, Donald Duck'lı resim kitapları alsa mesela, o çocuk büyüdüğünde "kim" olur? Kuşları, doğayı yalnızca avlanılacak, tüketilecek varlıklar olarak tanıtsa, kızların ona "doğal olarak" tapınacağına inandırsa, o çocuk büyüdüğünde "kim" olur?
Hırsızlar, katiller, diğer bütün suçlular.. Neden bu kadar öfkeliler? Neden bu kadar sevgisizler? Kaçı istenmeyen çocuk? Kaçı itilip kakılmış? Kaçı ruh hastası? Neden hasta bu insanlar? Kafalarının içindeki hiç bitmeyen cehennem, bu "kronik mutsuzluk" neden?
Hayatlarımıza başka insanların şekil verdiği sinir bozucu bir gerçek. Biz, ne kadar biziz? Ne kadar anne-babamızız? Ne kadar diğerleriyiz? Biz kimiz?
Büyüdükçe, biz "kim" oluyoruz?

Dalya 07/07/2012

Yorumlar

Ayşegül Yeşilnil dedi ki…
Her yazacağınız yazıyı heyecan ile bekler olduk Dalya Hazar .. Harikasınız..Güzel yazılarınızın en kısa zamanda "Kitap" olmasını diliyoruz..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yasemin

Bugün dalında bir yasemini koklayıp seni düşündüm. Yaşıyorlar, demiştin, zarif zarif.. Bir çiçeği koparmayıp dalında koklamak gibi senin aşkın da.. Öyle nazik, öyle düşünceli.. 

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...