Ana içeriğe atla

Beyni Yananlar

Oyuncular: Misafir, Ev Sahibi, Kedi.

Olay 1: Misafir, ev sahibiyle birlikte havuz başına gider, kitap okumaya çalışır. Gürültüyle havuza zıplayan çocuklardan rahatsız olur. Biraz erken kalkıp kitabına devam etmek için eve döner.

Olay 2: Misafirin geçmişte uzun süreli kalmış olduğu evin, paylaşımcı olmayan kedisi, onu kendisini ikinci plana atacak bir tehdit olarak algılayarak evden uzaklaştırmak istemektedir. Daha önce defalarca yapmış olduğu girişimlerden bir sonuç almış olduğunu düşünmektedir (aslında misafir başka sebeplerden o evden ayrılmıştır). Planını uygulamaya geçer.

Olay 3: Misafiri yeniden karşısında gören kedi, önceden sonuç almış olduğunu düşündüğü hareketlerini tekrarlamaya başlar. Tıslar, pıslar, onu istemediğini, o evin kendisine ait olduğunu hissettirir ve daha da ileri giderek ısırmak ya da tırmalamak için zıplar. Akli dengesi pek yerinde olmadığı bilinen kedi, bir vileda yardımıyla uzak tutulmaya çalışılır ancak etki etmez. Uzun uğraşlar sonucunda, korkusuz vahşi kedi bulunan bir deodorant spreyi yardımıyla uzaklaştırılır. Neyse ki ev sahibi bir süre sonra eve döner.

Olay 4: Misafir haliyle sinirlenmiştir. Burada kalacağı 5 günü düşünerek dehşete kapılmıştır ve biletini erkene çekmek istemektedir. Ancak bunun için yeterli ekonomik lükse sahip olmadığı bilinmektedir. Ev sahibine durumu anlatır, ev sahibi evden erken ayrılmak istemesine alınır. Bunun üzerine misafir, veterineri arayıp, bir sakıncası yoksa en azından burada kalacağı 5 gün boyunca kedilere yolculuklarda verilen sakinleştiriciden 1-2 damla vermesini rica eder.

Olay 5: Ev sahibi sinirlenir, “Ben ne yapabilirim?” diye isyan eder. Misafir, sakinleştirici önerisini hatırlatır. Ev sahibi sinirlenir, “Ben ne yapabilirim?” diye isyan eder. Misafir, ikinci kez sakinleştirici önerisini hatırlatır. Ev sahibi sinirlenir, “Ben ne yapabilirim!” diye isyan eder. Misafir, derin bir nefes alır, “Ne yapacağını üçüncü defa söylüyorum, veterineri arayacak, sakinleştiricinin riskli olup olmadığını öğrenecek ve ben buradayken az miktarda vereceksin.” Ev sahibi sinirlenir ve sorar, “Neden sinirlisin sen? Sevgilinle mi kavga ettin?!” Misafir bir süre boş gözlerle bakar ve cevap verir: “Hayır, kavga etmedim.” Ev sahibi atılır, “O halde ne bu sinirin? Güzel güzel eve geldik!” Misafir bir süre boş gözlerle bakar ve cevap verir: “Hayır biz güzel güzel eve gelmedik, sen geldin. Ben önce geldim ve kedin bana saldırdı. Ben, kedin bana saldırdığı için sinirliyim ve bu, senin sorumluluğunda olan bir şey.” Ev sahibi sinirlenir, “Ben ne yapabilirim?!” diye isyan eder ve yukarı çıkar.

Bunun üzerine misafir düşünür, gülmeye başlar ve bu diyaloğu unutmadan yazmaya karar verir. Nasıl? Gerçekten de kulağa “Damdan Düştü Kurbağa” manisi gibi geliyor değil mi?

Olay 6: Bu sırada ev sahibi aşağı iner, veterinerle konuşmuştur. Son derece yetkin (!) veterinerin yüksek zeka düzeyi gerektiren (!) cevabı "Kediler garip hayvanlardır gerçekten. Ama ilaç önermem." olmuştur. Ev sahibi yine de sakinleştirici damlayı almak için eczaneye doğru yola çıkar. Ve umarım -bundan sonra- sonsuza kadar mutlu yaşarlar.. :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz?

Fark ettim ki duygusal dalgalanmam azaldığında kendimi yazarak ifade etme ihtiyacım da azalıyor. Oysa çok şey oluyor hayatımda. Özellikle işe yönelik yeni adaptasyonlar, mevcut durumların netleşmesi, iyileşmesi, etkinliklerin takvimlenmesi (Nisan'a kadar inanılmaz yoğun olacağım), kulisler yapılması, ekipler oluşması, saçma insanların defedilmesi (ya da bu örnekte henüz defedilememesi) gibi durumlarla uğraşıyorum. Bir zamanlar sözler ve davranışlar beni çok incitirdi. Çoğunun bomboş egolu, hatta cahil sözler olduğunu bilsem bile. Artık incinmiyorum. Artık anımsayınca yaralı bir hayvanın ısırıkları gibi geliyor o sözler bana. Çok alışık olduğum bir karakter tekrar tekrar çıkıyor karşıma. Şimdi iş hayatımda baş etmem gerekiyor. Demek ki bu bir sınav ve ben bu sınavı bir şekilde aşmalıyım. Ne kadar inanarak boş konuşuyor, görüyor musunuz? Prensin bu repliğini çok seviyorum. Hatta kendisine bunu yazan bardaktan almamak için zor tutuyorum. Belki (inşallah) giderse, giderken güle güle he...

Yasemin

Bugün dalında bir yasemini koklayıp seni düşündüm. Yaşıyorlar, demiştin, zarif zarif.. Bir çiçeği koparmayıp dalında koklamak gibi senin aşkın da.. Öyle nazik, öyle düşünceli.. 

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..