Ana içeriğe atla

Kronik Mutsuzluk

Biliyor musunuz, bazı insanların doğuştan mutsuz olmaya programlandıklarını düşünüyorum bazen. Genlerle de geçiyor olabilir. Evet, mutsuzluk genleri.. Siz o insanı neşelendirmeye çalışsanız, hediye alsanız, yemek yapsanız filan da mutluluğu geçici ve uçucu oluyor, bir süre sonra yüzüne o bildik gölge ve çatık kaşlar oturuveriyor. Bu gibi insanlar hayatı öylesine kafalarının içinde yaşıyorlar ki, kurguladıkları senaryoların gerçek olduğuna inanıyor, hatta o senaryolar gerçek olsun diye çaba gösteriyorlar! Bu senaryolar tahmin edeceğiniz üzere mutsuz sonlu hikayelere sebep oluyor. Kim bu mutsuzluktan beslenen insanlar? Nereden geliyorlar? Neden o veya bu şekilde etrafımızdalar? Kopamıyoruz. Kopmalı mıyız? Belki de kopmak isteyemeyeceğimiz kadar yakınımızdalar?
Beatles'ın Eleanor Rigby adlı şarkısı geldi aklıma birden. "Bütün bu yalnız insanlar nereden geliyor?" diyordu şarkının bir yerinde. Ben de sormak istiyorum, bütün bu mutsuz insanlar nereden geliyor? Huzursuz aileler, hayatın sillesi, kazıklar, şanssızlıklar.. Evet, ortak noktaları tüm bunlar olmalı. Huzurlu bir ortamda, hiçbir problem olmasa bile geçmişin tüm gölgeleri başlarına üşüşüp onları huzursuz etmeye devam eder. Rahat da batar böyle insanlara kısacası. Ellerindekinin kıymetini bilmezler. Her şey ve herkes yetersiz gelir. Sınavdan 85 almış çocuğuna "Neden 100 değil?" diye soran anne-babalar gibidir bu insanlar. Ufacık bir hata, gedik ararlar ve içlerindeki negatif herşeyi buraya doldurur, konuşur da konuşurlar. İşin kötüsü dinlemezler de sizi. Laf anlatamazsınız. Açıklamalarınızı "savunmaya çekilmek", başka bir bakış açısı göstermeye çalışmanızı "bahane bulmak" diye yaftalar, "dinlemek istemiyorum" diye de noktalayarak sizi burnunuzdan solur halde kendi başınıza bırakırlar. Hiçbir şey anlatmakla uğraşmak istemezsiniz. Ama, hele ki bir arada yaşamak zorundaysanız, veya her gün ya da birkaç günde bir karşılıklı gelecekseniz, o sorunu çözmeden duramazsınız çünkü sizi sürekli iğnelemeye devam ederler. Çözdüğünüzü sandığınız sorunlar bir süre sonra yine önünüze sürülür, hatta asla söylemediğiniz cümleler ve asla yaşanmamış anlar yaşanmışçasına konuşulur belki (senaryoların azizliği). O zamanlar gelince de derin bir nefes alıp başa döner ve zıplayarak, tepinerek ve akıl sağlığınızı korumaya çalışarak açıklama yapmaya devam edersiniz. Bütün bunların en kötü kısmı, kendinizi yetersiz hissetmeniz ve sürekli yargılanmanızdır. Öyle ki şu hayatta bir işe yaramıyormuş, asla başarı elde etmemiş bir hiçmişsiniz gibi hissedersiniz. 3 yanlışın 1 doğruyu götürmesi misali 1 yanlış 10 doğruyu götürür bu mutsuz insanların gözünde. Çünkü onlar mutsuzlukla beslenirler.
Sonra bunu fark ettiğinizde şüpheye düşersiniz.. "Acaba, benim mutluluğum onları rahatsız mı ediyor da yarın, öbür gün, 10 yıl sonra olma "olasılığı" olan her olumsuz şeyi öne sürerek beni huzursuz ediyorlar?" Muhtemelen öyledir. Çünkü bu insanlar ne yazık ki o "an"ın güzelliğini fark edemez, bir sonraki günün kötü olasılıklarını sıralamaya başlarlar. 
Negatif insanlar, beni çok yorar. Enerji ısrafı, net!
Negatif insanlardan oluşan bir grupla adaya düşsem, adanın en ücra köşesine kaçıp maymunlarla ya da hindistan cevizleriyle diyalog kurmayı tercih ederim, o derece!
Diyeceğim o ki, ben yokum arkadaş! Etrafımdaki tüm olumsuz insanlara sesleniyorum: Ben sizden her gün adım adım uzaklaşıyorum. Bu kafayla devam ederseniz, bir gün yanınızda Dalya olmayacak. Bu konuda da son derece ciddiyim. Herkes hareketine, laflarına dikkat etsin, kendi hayatına baksın ve en önemlisi haddini bilsin!
Bu konuda ne aileye, ne arkadaşlara ne sevgilime hiç kimseye de taviz vermiyorum, vermeyeceğim. Bana şu anda, tam da şu anda geldiler. Buraya yazıyorum. Bugün neymiş, 4 Ağustos 2012 imiş. Evet, buraya yazıyorum bugün: Bana huzur vermeyecek, huzur sömürmeye gelecek insanların hayatımda işi yok! Bu hayata bir defa geliyoruz ve boşa bir kelime bile sarf etme lüksümüz yok. En azından ben değerli zamanımı daha faydalı şeyler yapmak için kullanacağım. Artık kimseye yaptıklarımla, seçtiklerimle, istediklerimle ya da hissettiklerimle ilgili bir açıklama yapmak mecburiyetinde değilim. Herkes ben istediğim kadar sınırlarıma dahil olabilir. Ve kimse de vazgeçilmez değil (ben dahil elbette). Bu bilgiler ışığında ilk ve son uyarımı yapıyorum: Akıllı olun!

Bir de lütfen azıcık tebessüm edin!



Dalya 04/08/2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Minik Kentli

Önemli bir kişi olmak!  Önemli ve değerli olduğumuzu ne sıklıkla düşünüyoruz? Düşünüyor muyuz? Emek verdiğimiz şeylerin karşılığını nasıl ve ne şekilde alıyoruz? Alabiliyor muyuz? İnsanlar bizim hakkımızda ne düşünüyor? Bizden razılar mı? Peki biz kendimizden razı mıyız? Özdeğer duygumuz nasıl?  Geçtiğimiz üç gün MBB'nin düzenlediği MARUF25 (Marmara Urban Forum) kongresindeydim. Çok büyük, belli ki çok zor ve detaylı bir organizasyon yapmışlar. Havaalanından beni bir araçla alıp Haliç Kongre Merkezi yakınındaki otelimize bıraktılar. Havaalanında MARUF görevlisiyle ve beni götürecek şoförle biraz sohbet ettim. Sonra İstanbul'un iki yakası arasındaki 48 dakikalık yolculuğumda pencereden dışarıyı seyrettim. Köprüden geçerken yine hayran hayran boğaza baktım. İstanbul'dan neden ayrıldığımı hatırladım: köprüden geçerken bu şehre hayran olmaya devam edebilmek için... Aklımdan atölye ve panel için yapacaklarımı, onlar haricinde katılacağım etkinlikleri ve bir yandan İzmir'de d...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..