Ana içeriğe atla

Rüzgar, Dalgalar ve Cırcırböcekleri

Bugün sesleri dinledim. Urla İskele'nin meşhur rüzgarı eşliğinde yürüyüş yaparken çınlayan, tıkırdayan, fokurdayan, fısıldayan, şırıldayan her şeyi dinledim. Çok güzeldi. Kafam dolu değildi sanırım. Böyle anlar pek az oluyor. Bir şey düşünmeden yürüyordum. Algılarım dışa açıktı. Sesler ve görüntüler hücum ediyor bu durumda aklınıza. Ama rahatsız edici değil, keyifli bir süreç. Dalgalarla zıplayan balıkçı kayıklarının tok tok sesleri mesela. Birbirinden farklı tonda, farklı aralıklarla.. Sanki kayıklar birbirleriyle konuşuyorlardı. Yavaş adımlarla, balık ağlarını geçerken, minik bir böceğe kilitlenip nefesini tutmuş bir yavru kedinin sessizliğini duydum. Bir evin dış duvarına rüzgar çanı asılmıştı. Ne güzel melodiler çıkarıyor rüzgar çanları.. Birkaç köpek havladı. Bir kadın, kıyıdaki evlere delice çarpan dalgalara bakıp, Boğaz yalılarının tuzlu sudan nasıl korunduğuna dair birkaç şey sordu eşine. İstanbulluydu belki? Balık restoranlarının arasından geçtim. Sofralar, kadehler, güler yüzlü insanlar. Kiminin elinde gitar.. Normalde önüme bakar dümdüz yürürüm ben. Çıktığım nokta ve gideceğim istikamet önemlidir benim için. Ama bugün yolu inceleyerek yürüdüm. Acelesiz yürümek ne keyifli. En az varış noktası kadar hatta belki daha da önemli gidilen yol. Detaylar gizli içinde. Birkaç insanla göz göze gelip gülümsedim. Duvara oturmuş birkaç kediyle de selamlaştım. Güzel bir köpek uyuyordu ileride. Bir o yana bir bu yana savrulan ağaç dalları çarpmasın diye eğilip geçtim bir parktan. Balık halinin yanından merkezdeki markete yürüdüm. Yavaş yavaş geçtim reyonların arasından. Müzik çalıyordu, güzel bir müzik; kanun. Ramazan için özel belki? Nasıl bir fasıl kafası hissettim anlatamam.. Eve dönerken, yolun yarısında arkamı dönüverdim. Nefesim kesildi! Koskocaman bir dolunay çıkıyordu Uluburun batığı resimli duvar ile Karantina Adası'nın ortasından. Bugün yine hastane olarak iş görmekte olan adada İzmir'e gelen mübadiller karantinaya alınmış zamanında. Deniz kıyısında oturup 10-15 dakika ayı izledim. Dün, ayın üzerinde bir yüz seçmeye çalışan anneme bilgiç bilgiç "Hevesini kırmak istemem ama onlar krater." demem aklıma geldi. Aslında bal gibi hafif yana dönük bir adam bakıyordu işte! :) Gözlerimi kapatıp yüzümde rüzgarı hissettim. Islık çalıyordu. Bir yandan kayalıklara çarpan dalgalar ve uzaktan büyük bir heyecanla bağırmaya devam eden cırcırböcekleri.. Urla İskele'yi bugün en basitinden bu üç sesle tanımlayabilirim. Yeterince az, yeterince çok. Her gün içimden tekrarladığım gibi; burada yaşamayı seviyorum!

Not. Hoşgeldin Ağustos! Yazın yarısı bitti bile!

Dalya 01/08/2012

Yorumlar

Selnur Şarman dedi ki…
Çok güzel bir yazı olmuş. Duygular ancak bu kadar güzel tanımlanır. Urla, ada, dalgaların coşkusu, sessizlikte sadece balıkçı tekneleri ve uzaktan duyulan köpek uğultuları.. İşte yaşam bu..
Ellerinize sağlık. Tebrikler..
yıldıztozu dedi ki…
teşekkür ederim :))

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Minik Kentli

Önemli bir kişi olmak!  Önemli ve değerli olduğumuzu ne sıklıkla düşünüyoruz? Düşünüyor muyuz? Emek verdiğimiz şeylerin karşılığını nasıl ve ne şekilde alıyoruz? Alabiliyor muyuz? İnsanlar bizim hakkımızda ne düşünüyor? Bizden razılar mı? Peki biz kendimizden razı mıyız? Özdeğer duygumuz nasıl?  Geçtiğimiz üç gün MBB'nin düzenlediği MARUF25 (Marmara Urban Forum) kongresindeydim. Çok büyük, belli ki çok zor ve detaylı bir organizasyon yapmışlar. Havaalanından beni bir araçla alıp Haliç Kongre Merkezi yakınındaki otelimize bıraktılar. Havaalanında MARUF görevlisiyle ve beni götürecek şoförle biraz sohbet ettim. Sonra İstanbul'un iki yakası arasındaki 48 dakikalık yolculuğumda pencereden dışarıyı seyrettim. Köprüden geçerken yine hayran hayran boğaza baktım. İstanbul'dan neden ayrıldığımı hatırladım: köprüden geçerken bu şehre hayran olmaya devam edebilmek için... Aklımdan atölye ve panel için yapacaklarımı, onlar haricinde katılacağım etkinlikleri ve bir yandan İzmir'de d...

Something old, something blue..

Pamukkale Üniversitesi kampüsünde yürürken çekilmiş bir fotoğraf. 2023 Ocak ayı. Bu kadın, 4 yıldır çalıştığı kurumdan o ay ayrılıyor ve Çeşme'deki ve Denizli'deki evler(in)den taşınarak İzmir'de kendi düzenini kuruyor. Bu şimdi geriye dönüp baktığında çok özgürleştirici ve heyecan verici bir başlangıç ama.. işte tam da o anda konfor alanından çıkmanın ve bilinmezliğin verdiği kaybolmuşluk sancısı içinde. Hüzünlü, yüzü de o sebeple asık. O anda moody bir şarkı dinliyor. Hava da bulutlu. En yakınları bile anlayamıyorlar o hüznü. İşin kötüsü onlara yük olmamak için hissettirmemeye de çalışıyor. Yıllarca ilmek ilmek kurduğu hayattan, her detayında, her eşyasında emeği olan evden valizini ve kişisel eşyalarını alıp çıkıyor. Boşanıyor. Çok yakında bir başkasıyla replace edileceğini, hatta kim bilir belki çoktan edildiğini içten içe biliyor. Kadın bir illüzyon içinde geçen yıllarına üzülüyor. Bir yandan da bunun farkına 25. yılda varmadığı için seviniyor.. Sonra işte bu kadın ...

4/4

Bu akşam Netflix'te "The Life List" isimli bir film izledim. Dram ve rom-com karışımı bir aile filmiydi. Filmin bir yerinde partnerinizin sizin için doğru kişi olup olmadığını belirlemeniz için 4 soru sormanız gerektiğinden bahsediyordu; Nazik biri mi? Onunla dürüstçe ve sansürsüz konuşabiliyor musun? En iyi versiyonuna ulaşman için seni teşvik ediyor mu? Onu çocuklarının babası olarak hayal edebiliyor musun? Elbette çok eksik ama çok yerinde sorular.  Neden sonra fark ettim ki benim için 4/4'lük olan biri için ben 4/4'lük olmayabilirim. Ama bu beni daha az sevilmeye layık yapmaz. Çünkü ben, yeterliyim .  Ben, olduğum halimle sevilmeyi ve seçilmeyi hak ediyorum.  Ben, benimle birlikte bir gelecek hayal edilmesine layığım.  Partnerimin de hayal ettiğim geleceği hayal etmesini istiyorum.. ya da.. bunu isteyen bir partner istiyorum. Sevgiyle..