Ana içeriğe atla

bir kırık şemsiye hikayesi

Bu sabah yağmur vardı İstanbul'da.. Hatta öğlen, hatta öğleden sonra, hatta şimdi.. Böyle havalarda hiç kalkası gelmez insanın. O tonlarca ağırlıktaki yorganı hemen atamaz üstünden. Ama atması gerekir eninde sonunda ve yağmurlu, nispeten soğuk, nasıl geçeceğini kestiremeyeceği bir güne merhaba der. Dolaptan kıyafet seçerken, okulu ekse ne kaybedeceğini düşünür, 29 ekim dolayısıyla öğleden sonra ders olmama ihtimalini de hesaplayarak kendini caydırmaya çalışır ama nafile. O kadar isteksizce ve yavaş hazırlanır ki, kahvaltı sofrasına oturduğunda evden çıkma saatini geçtiğini fark eder ve.. Evet, soğukmuş.. Ama yağmur sen de bi usturuplu yağsana!.. Ne işim var benim şimdi zaten sınıfın yarısı gelmeyecek.. Öğleden sonra ders olmazsa, "bir umut" hava da güzelleşirse biraz dolaşırım belki?.. ve benzeri sonu gelmez soruları ve fikirleri beyan eden iç ses eşliğinde koşar adım tren istasyonunun yolunu tutar. Bazen insanın günleri vardır, bazen yoktur. Hayır, galiba bugün benim günüm değildi :) Yoo, kötü de değildi aslında ama ilginçti denilebilir.

Haftamı okul ve iş ile ikiye bölmüş durumdayım. Bu, bazı günler üniversiteli bir kız; bazı günler de genç bir iş kadını olmam demek oluyor ki, karakterler arasındaki esneklik insana büyük bir özgürlük sağlıyor. Bugün okul günümdü. Yani, sırtımda çantam, elimde sokakta hemen hemen herkesin elinde görebileceğiniz plastik şemsiyem, mp3ümle müzik dinleyerek 7.35 trenine yetişmem (çünkü durağa boş gelen ve yegane oturma ihtimalinizin olduğu tek trendir), ardından Bostancıda inip deniz otobüsüne yürümem gereken bir gün. Her sabah olduğu gibi, rahatlığa alışmış bir İzmirli olarak, İstanbullu insanların telaş içinde bir oraya bir buraya koşuşturmalarını keyifle ve ilgiyle izliyor, hatta coşkularına dahil olup onlarla oradan oraya akıyorum. Çok eğlenceli! :) Gerçekten. Genellikle yüzleri ciddi olur. Pratiktirler ve en kısa mesafeden varacakları yere ulaşmak isterler. İlk önce inebilmek için sıranın en kenarına oturur, ortalardaki boş yerlere oturmak isteyenlere özenle ters ters bakarlar, "Lütfen gemi yanaşmadan kalkmayınız." anonsunu duyar duymaz ayağa kalkarlar. Çoğunun elinde iş çantaları, telefonları, mini bilgisayarları, kitapları ve kulaklarında mp3leri vardır. Ve, Evet, işte metropoldeyim! dersiniz. İçiniz coşkuyla dolar. Yani büyük şehrin kalabalığı sizi bunaltana kadar, ordan oraya koştururken bile mutlusunuzdur. Neyse ki henüz bunalmadım. Mutluyum. :)

Ama şu yağmur da bir usturuplu yağsa..

Yeditepe İstanbul'da her taraftan gelebilecek rüzgarlar eşliğinde elde şemsiye yürünemeyeceği gerçeğini ikinci yılımda, ters dönen şemsiyeleriyle acıklı bir telaş içindeki insan güruhunun ortasında, yani bugün, anlamış bulunmaktayım. Sanırım şansımı artık yağmurluktan yana kullanacağım :) Geçen kış yapmak istediğim bir şey vardı. Yolda sağa sola, sokağa, parka, tren yoluna atılmış, kimsesiz kırık şemsiyelerin fotoğraflarını çekmek.. Aslında bu şehirde elinizde hep bir fotoğraf makinesiyle dolaşmanız gerek.. Bu kış bunu yapacağım sanırım. Hatta buna bugün itibariyle kendi kırılan şemsiyemi fotoğraflayarak başladım :)


Hayır, ben onu sokağın bir köşesine atmadım. Onlarca gün beni yağmurdan korudu, o alçak rüzgar olmasaydı da korumaya devam ederdi. Ben onu nazikçe kapattım ve yağmurdan ve rüzgardan korunabileceği, bir saksının içine yerleştirdim. Nasıl bir şemsiyeyle böylesi bir duygusal ilişki geliştirebildiğimi soranlarınız olursa, 



O benim pembe plastik şemsiyemdi ve her ne kadar zayıf ve yetersiz olsa da ben onu seviyordum.



Yağmur ve rüzgara onun yokluğunda tek başıma karşı koyar ve koşar adım Taksim meydanına giderken, ona ihanet edercesine, daha hafif ve özgür hissettiğimi fark ettim. Evet, ıslanıyordum. Ama yağmur güzeldi. Belki çok da soğuk değildi. Çok fazla devam edemezdim elbette, ucunda hasta olmak vardı. Nitekim, birkaç dakika sonra Karaköy iskelesine indiğimde yeni bir şemsiyem olmuştu ve onun da adı artık pembe plastik şemsiyem idi. Kırılacağı ve yeni bir şemsiyeyle yer değiştireceği güne kadar da ismi bu olacaktı. İşte bu.. Tüketim toplumu. Konforlu, hızlı ve tüketen. (Mask'a ve Cem Canbay'a sevgilerle :)) Kesinlikle bu kelimeler. Hayatımızdan bir şeyler gidiyor, yerine yenileri geliyor. Ordan oraya giderken ve rüzgarlarla sağa sola savrulurken, bir de bakıyorsunuz, sabah kalkamayacağınızı düşündüğünüz yatağınızın başucunda, uyku vaktinizin gelmesini bekliyorsunuz. Daha kaç pembe plastik şemsiye geçecek hayatlarımızdan acaba?

Ah! Ama bugün, tam da vapura binecekken, çok güzel bir şemsiye gördüm! Genç bir hanımın elindeydi. Plastik değildi. Sanırım öyle bir şemsiyem olsa, ıslanma pahasına onu açmaya kıyamazdım böyle bir havada. Beyaz zemin üzerine siyah notalar! Bir Leonardo Da Vinci şemsiyemi özenerek kullanırdım (ama ne yazık ki o da kırıldı ve işte o zaman çok üzülmüştüm) Bir de böyle bir şemsiyem olsa onu.. Kesinlikle böyle bir şemsiye istiyorum, eğer göreniniz olursa bana haber uçurur musunuz lütfen?? :)

28/10/2010
Dalya

(Ekleme 09/02/2011): Sevgili dostum Leyla Diana Gücük bana bu güzel şemsiyeyi Avusturya'dan hediye olarak getirdi! :) Kendisine bir de buradan teşekkür etmek istiyorum! Neymiş, bir insan bir şeyi çok isteyince oluyormuş! :))

Yorumlar

Esmahan Fulya Hazar dedi ki…
Bu gün,bir hayli maceralı...bir o kadar da kendi içinde keyifli geçmiş anlaşılan...
Ve yaşananlar,sımsıcacık bir dille,sanki karşındakiyle konuşur gibi aktarılmış...harika bir yazı...kutluyorum...yazmaya devam...(pembe şemsiyeler zaten her yerde...ama,söz...bulursam "beyaz üzeri siyah notalı" bir şemsiye sana armağanım olacaktır...) sevgilerimle...:))
KEYIFE dedi ki…
SEVGILI DALYA ;
SENI HER NE KADAR TANIMASAM DA BIR O KADAR TANIR OLDUM.
VE BU YAZINI DA COK SEVDIM.
MÜREKKEBIN HIC TÜKENMESIN...
yıldıztozu dedi ki…
teşekkür ederim :)
Ayşegül Yeşilnil dedi ki…
Karşımda oturup , yaşadığın gününü anlattığın gibi yazmışsın..İçten, coşkulu, sahici ve akıcı .. Her yazın gibi.

Diliyorum ki çok fazla insana ulaşsın kelimelerin , hislerin..ve harika sesinle hayat verdiğin şarkılarının da insanlara en kısa zamanda ulaşmasını diliyorum. Çünkü yazacaklarını okumaya ve söyleyeceklerini dinlemeye layık çok sayıda "seçkin" insan olduğunun bilincindeyim..

Akıllı , Yetenekli, Vakur,Kıymetli Cumhuriyet kızı.. Atamızın, emanet ettiğine yürekten inandığı "örnek Türk genci".. Yolun açık olsun ve Bayramın Kutlu Olsun.

Ayşegül Yeşilnil
29.Ekim .2010
Ayşegül Yeşilnil dedi ki…
Karşımda oturup , yaşadığın gününü anlattığın gibi yazmışsın..İçten, coşkulu, sahici ve akıcı .. Her yazın gibi.

Diliyorum ki çok fazla insana ulaşsın kelimelerin , hislerin..ve harika sesinle hayat verdiğin şarkılarında insanlara en kısa za...manda ulaşmasını diliyorum. Çünkü yazacaklarını okumaya ve söyleyeceklerini dinlemeye layık çok sayıda "değerli" insan olduğunun bilincindeyim..

Akıllı , Yetenekli, Vakur,Kıymetli Cumhuriyet kızı.. Atamızın, emanet ettiğine yürekten inandığı "örnek Türk genci".. Yolun açık olsun ve Bayramın Kutlu Olsun.

Ayşegül Yeşilnil
29.Ekim .2010
foto pınarı dedi ki…
ellerinize sağlık,ben de bugun ayni duygularla,her parmaklık dibine yapışmış,parçalanmış,terkedilmiş şemsiyeyi hüzünle seyredip,hepsini toplayıp şevkat gösterememenin acısını hissettim ve sonunda,akmerkezin dibinde kafesin içine atılmış ve kendini parçalarcasına çıkmaya çalışan bir şemsiyeyi fotografladım,facebookuma koydum,bütün şemsiyelere saygı adına,ve de kafeslerinden çıkmaya çalışanlar adına...şimdi yeşilnil vasıtasıyla yazınızı okuyunca,paylaşılmış duygulardan çok etkilendim.yüreğinize sağlık,
sevgiyle
pinar selimoglu
yıldıztozu dedi ki…
çook teşekkür ederim :) fotoğrafı görmek isterim..
sufi dedi ki…
Ey İzmir'imin duygusal, canlı cansız her varlıkla bütünleşmeyi bilebilen hassas kızı.Saksı içinde boynu bükük kırık pembe plastik şemsiyenin senin elcağızlarından ayrı kalacağı için duyduğu hüznü ta yüreciğimde ben de duydum.Şimdi sıra notalı şemsiye de olsun...O da sana ne besteler yaptırır, ne şarkılar söyletir güzel sesinle, ne yazılar yazdırır kimbilir?... Göreceğiz, sevgilerimle.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl