Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Rağmen" Sevmek

Sevgili Saba Deniz Uzun'ın "Aşka Geldik" eğitimine dair notlar paylaşacağım. Gerek meditasyonlar, gerek sunumlar çok verimliydi. Önümüzdeki hafta özellikle "alma-verme dengesi" üzerine iki eğitimimiz daha olacak. Saba hoca bize  sevginin yedi şeklini ve bunların birbiriyle ilişkisini anlattı; Tanrı sevgisi Kendini sevmek İki insan arasındaki aşk ve sevgi Aile sevgisi Arkadaş sevgisi Evrensel sevgi Koşulsuz sevgi Ancak bu sevgilerin tümünü deneyimleyebilirsek, gerçek anlamda sevgi dolu insanlar olabiliyoruz. Bu sevgi türlerinden birinin varlığı ya da yokluğu, diğerini olumlu ya da olumsuz etkileyebiliyor. Ayrıca sevme ve sevilme sürecine ket vuran,  içimizdeki çocuğun  dört büyük korkusunu anlattı; Baskı ve beklenti korkusu Reddedilme ve terk edilme korkusu Yeterli alana sahip olamama, yanlış anlaşılma veya önemsenmeme korkusu Fiziksel veya enerjisel taciz veya şiddete maruz kalma korkusu Doğrudan içimizdeki çocukla ve çocukluk travmalarımızla bağlantılı olan tü

Delilik

Aslında hepimiz bir miktar deliyiz. Ancak kendimizi toplumdan, sevdiklerimizi de kendimizden korumak için deliliğimizi gizlememiz gerek. Katman katman örteriz üstümüzü; adab-ı muaşeret kuralları, eğitim, estetik/güzellik, tebessüm, sakinlik... Taşkınlığımızı uysallaştırırız. O tuhaf  ışıltı görülmesin diye gözlerimizi kaçırırız bazen. Çünkü ancak deliliğimizi gizlersek kabul görebiliriz toplumda. Sadece, -bazen- çok yakınlarımız görebilir onu. Bir sır gibi. Bıçağın keskin yüzünden korkmayanlar. Bizim göstermeyi seçtiklerimiz. Bizi deliliğimize rağmen sevebilenler ömür boyu hayatımızda kalabilirler ancak. Şu hayatta en çok acıttıklarımız da onlar olur aynı zamanda.  Çocukluğumdan beri varlığını bildiğim deliliğim bazen en olmadık anlarda orada olduğunu hatırlatmak istercesine ipleri elimden alır. Bir kukla gibi hissederim o zaman. Neyse ki birkaç saniye sürer bu durum yalnızca. Sonra geri çekilir ve o yarattığı durum her neyse toparlamak için nasıl debelendiğimi keyifle izler. Yani ben

Wonderwall

Acının içinden geçiyoruz, acı da bizim içimizden geçiyor sağolsun :) Belki de bazı zamanlar hayal kurmamak lazımdır. Şu tutulmalar bitene kadar çenemi kapalı tutup önümdeki işlere odaklanacağım...

Karmik Yükler

Hissettiğimiz korku, endişe, suçluluk duygusu, yetersizlik, değersizlik ve sevgisizlik hislerinin ne kadarı gerçekten bize ait?  DNA üzerinden nesiller boyu bilgi aktarıldığını biliyoruz. Peki spiritüel olarak da aktarılıyor olamaz mı? Bu yıl "aile dizimi" konusunda bilinçleniyor ve deneyimleniyorum. Aile dizimi biraz bununla ilgili. Atalarımızın travmalarını anlamak ve bu travmalarla bağ koparmak. Ancak muhtemelen artık atalarımıza travmalarını sorma ihtimalimiz yok. Halihazırda hayatta olan atalarımız ise birçok bilgiyi bizlerle paylaşmıyor. Ya da parça parça paylaşıyor. Geçiyor olduğum şu tuhaf dönem ve atalarımla ilgili öğrendiğim güncel şeyler beni hem şaşırtıyor hem de duygulandırıyor bugünlerde... Anne karnı gibi bilinç öncesi dönemlerimize ait travmalarımız olduğu kadar, doğmadan önce ailemizin yaşamış olduğu travmalar ve korkular da bize aktarılıyor. Hayatlarımıza giren, dokunan, tuhaf bir bağlantı hissettiğimiz insanlar da -belki- benzer karmik yüklere sahip insanla

Seni Dert Etmeler

Bizi en çok inciten insanlar en unutamadıklarımız oluyor nedense. Mutlu olduğumuz an'da kalmayı beceremiyor; birkaç saat, en fazla birkaç gün içinde eski aşağı sarmalımıza geri dönüyoruz. Elbette tetikleyiciler de oluyor bunun için. Belki bir sokak, belki bir şarkı, belki komple bütün bir şehir...  Bundan neredeyse 10 yıl önce  "Rastlantıların ve geçiciliğin kalıcı bir büyüsü var, bir salgın gibi bulaşıcı, kanına karışıp hep seninle yaşayacak, son nefesine kadar..."  diye yazmıştım bir şiirimde. Bunu kastediyordum. Rastlantılar, geçici de olsa insanlarla kurduğumuz her türlü ilişki, her temas, hele ki yakın temaslar... Enerjisel bir şey bu. Yer yer bizi çoğaltan, yer yer bizi dibe çeken bir enerji. Kanımıza karışan, bizden alan, bize veren, bizi başkalaştıran, bizi değiştiren... Herakleitos'un dediği gibi "Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir."  Lunaparktaki çarpışan arabalar gibiyiz. Her bir temas rotamızı değiştiriyor ancak hala direksiyon elimizde ve

Mirrors

  Yesterday is history Tomorrow's a mystery I can see you're lookin' back at me Keep your eyes on me Baby, keep your eyes on me...

Sahaf

Gerçekten bazı an'ların kendine özgü bir büyüsü var yaşamda. O bazı an'ların tekrarı yok. Yaşarken düşünemiyoruz bunu. Sanki defalarca yeniden yaşama fırsatımız olacakmış gibi geliyor. Dün hafızamın çekmecelerine kaldırdığım bir anı geldi gözümün önüne. Uyumadan önce, durup dururken. Sene sanırım 2010. İstanbul'da kış. Çok sevdiğim bir arkadaşım var yanımda. Her şeyden konuşabiliyoruz hayata dair. Doğrusu çok hayranım ona. Beyoğlu da eski Beyoğlu hani. Araplar basmamış henüz. Balık pazarının olduğu bir pasajın önünden geçiyoruz. Beni çok değer verdiği sahaf ağabeyiyle tanıştırmak istiyor. Narteks isimli küçük bir dükkan, tavana kadar dizili eski kitap kokusu, şehla gözlü beyaz saçlı sahaf Sıtkı ağabey, kapı önündeki küçük ahşap masa ve tabureler. Neler konuşmuştuk o gün. Detayları hatırlamakta pek iyi değilim. O mesela kırmızı bir berem olduğunu hatırlıyor. Ama o günün ne hissettirdiğini çok iyi hatırlıyorum. Sevgi, iyilik, güzellik. Bir şeyleri değiştirebilecek hayal gücü,

Mutluluğun Resmi

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil Ne de ak örtüde elmaların Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? - Nazım Hikmet (Saman Sarısı) Mutluluğun Resmi Kokusu buram buram tüten Limanda simit satan çocuklar Martıların telaşı bambaşka İşçiler gözler yolunu. İnebilseydin o vapurdan Ayağında Varna’nın tozu Yüreğinde ince bir sızı. Mavi gözlerinde yanıp tutuşan Hasretle kucaklayabilseydim Seninle, bir daha. Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi Bağrımıza bassaydık seni Nazım, Yapardım mutluluğun resmini Başında delikanlı şapkan, Kolların sıvalı, kavgaya hazır Bahriyeli adımlarla düşüp yola Gidebilseydik Meserret Kahvesine, İlk karşılaştığımız yere Ve bir acı kahvemi içseydin. Anlatsaydık O günlerden, geçmişten, gelecekten, Ne günler biterdi, Ne geceler… Dinerdi tüm acılar seninle Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda

Başka Türlü Bir Şey

Özgür olmak için hazzı odağa alan, beklentileri sıfırlayan, bir nevi kırılmamızı önleyen yüzeysel ilişkilerde gezinerek, hayatta ne kadar derinleşebileceğimizi anlamıyorum. Derinleşmeden nasıl ilişkilenebileceğimizi anlamıyorum. Derinleşmeden ne kadar özgürleşebileceğimizi anlamıyorum. Sadece kariyer, bireysellik ve planlı haz odaklı yaşayan, mantığı ön plana alan, robotlaşan insanları anlamıyorum. Anlamıyorum işte. Bu olduğum kişiyi, olduğum şeyi değiştirmeye daha önce de çalıştım. O "persona" üzerimde eğreti duran yünlü bir kazak gibi. Kaşındırıyor. Sanırım istediğim şey sadece maddesel değil, spiritüel bir şey. Yüzeysel olamıyorum. Yüzeysel olmak istemiyorum. Bu maddeyi, teni, şehveti küçümsediğim, aşkı yücelttiğim anlamına gelmiyor, hayır. Sadece hedonist bir yaşam, benim için yeterli değil . Şu dünya üzerinde her şey olur, her şey insan için. Büyük konuşan kınadığını yapmadan ölmez. Katı olan kırılır, esnek olan hayatta kalır. Ama mesele büyük konuşmak ya da esnek olmak

Dargın Değilim

  Üzgünüm gidenler için Üzgünüm bitenler için Sadece çok üzgünüm Dargın değilim...

Aydınlanma

Aydınlanma diye bir şey var.  Enligtenment . Bazen gözümüzün önünden bir perde kalkar. Öyle çat diye. Önem verdiğimiz şeyler ve görmezden geldiğimiz şeyler yer değiştirir. Tersyüz oluruz. İnsan hayatta ne istediğini öyle birden bilemiyor bazen. Ama ne istemediğini deneyimleyerek öğrenebiliyor. Ardından gerçekte ne istediğini sezmeye başlıyor. Hayalimdeki balayı dendiğinde mesela... inanılmaz lüks bir otelin hediye edilmiş balayı süitinde, en kaliteli şarabı akşama kadar tek başıma içip yalnız kalmak mı; yoksa deniz kıyısında bir kamping alanında, sevgilim yanı başımda kahkahalar atmak mı derseniz... tercihimi hiç düşünmeden ikinciden yana kullanmak isterim. Bazen kendimizle ilgili gerçeklik algımızda bir kırılma yaşanıyor. Öyle çat diye. Dünyaya baktığımız gözlükler, dünya algımızı etkiliyor. Travmalarımız dünya algımızı etkiliyor. Belki varlığının farkında bile olmadığımız travmalarımız... Ben mesela, kendimden yaşça fazla büyük bir adamla evlenmediğim için babasızlık travmam ilişki h

Bilge Kadın Rahim Kampı

Geçtiğimiz hafta sonu Şile'de benim için çok güzel açılımlar sağlayan bir kampa katıldım: Sevgili Saba Deniz Uzun 'un ilkini düzenlediği "Bilge Kadın Rahim Kampı". Çok ihtiyacım olan bir dönemde karşıma çıkan bu kampta, bir derdini, travmasını çözmek isteyen ya da yalnızca bilgilenmek isteyen 40'tan fazla kadın, Saba Deniz hoca ve ekibiyle 3 gün boyunca aile dizimi, sanat terapisi ve rahim bilgeliği konularında dersler, eğitimler aldık. Yer yer ağladık, yer yer dans edip kahkahalar attık. Gerçek bir coven olduk deyimi yerindeyse. Şimdi biraz orada aldığım notlarımı paylaşacağım. Ekip Saba Deniz Uzun ile Öncelikle 1. gün havaalanına gitmeden önce, sabaha karşı gördüğüm bir rüyayı paylaşmak istiyorum. Benim olduğunu bildiğim ama tanıdık olmayan bir apartmanın asansöründe ışıkları çalışmadığı için kaçıncı katta olduğunu bilmediğim bir düğmeye basıyorum. Asansörde başkaları da var. Biri uzaktan bir tanıdık ve bana beni yargılar gibi bakıyor. Nedense suçluluk duyuyoru

Bekle dedi

geleceğim, bekle dedi, gitti ben beklemedim, o da gelmedi ölüm gibi birşey oldu. ama kimse ölmedi - Özdemir Asaf

Boşluk

Evren boşluk sevmez. Ne ilginçtir ki evren aynı zamanda koca bir boşluktur. Dolulukların arasındaki mesafeyi gittikçe arttıran ve o mesafeler içerisinde yeni doluluklar oluşturan bir boşluk.  Hayatlarımızda da aynı şekilde boşluğa pek yer yoktur. Mesela diyelim ki boş bir kap tutuyoruzdur elimizde. İster deniz, ister yağmur suyu; ister taş, toprak, kum, çiçek, deniz kabuğu; ister şarap... hemen dolduruveririz onu. Gözümüz takılır o boşluğa çünkü. O boşluk hep yeni doluluklara gebedir. O boşlukta büyük bir potansiyel saklıdır. Evren yutabilir boşlukta yaşanan bazı anları. Ardından yerine bir doluluk verir. Öyle bir doluluk ki ağırlığını hiç geçmeden hissettirir. Evren boşluk sevmez.

Narsistik Kişilik Bozukluğu

Narsis Y unan mitolojisinde Narkissos adıyla sözü edilen, adını narsizme,  narkoza, bir çiçek familyasına (nergisgiller) ve bir çiçeğe vermiş olan Narsis, Klasik Mitoloji'deki bir kahramandır.  Narsis, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kahin, ebeveynine Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Doğal olarak, bu sırada, birikintide yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür.  Bu çiçek bazı kaynaklarda nergis, bazılarında gül, bazılarında ise lotus olarak tasvir edilir. Narsistik Kişilik Bozukluğu Dünya üzerinde tek aşık oldu

Demircinin çekici

ateşe tutulmuş bir demir gibi yeniden şekillendiğimi hissediyorum demircinin çekici üstümde sakinleyip, gözlemliyorum ne oluyor, neden oluyor benim içimde ve çevremde ne değişiyor bazı kararlar alıyorum konfor alanımdan çıkmam gerekecek yaşıyor ve gözlemliyorum ama daha iyiyim daha iyi olacağım

Bahadır'ın hüznü

Ne çekti şu hayvanlar bizden ya...  Ayılar, eşekler, inekler, hatta filler. Evet, İzmir'in meşhur fili bahtsız Bahadır'dan bahsediyorum. Fuar hayvanat bahçesinin eski maskotu, o cüssesine göre küçücük, mini minnacık, dikenli tellerle çevrili beton üzerinde, güneş altında, bizlere sergilenen Bahadır'ı. Çocuk aklımızla bile üzülürdük ona. Ulaşmak isterdik. Şimdi çocukları, torunları Sasalı Doğal Yaşam Parkı'nda daha "insani" koşullarda yaşıyorlar neyse ki. Ve her ne kadar çocukken birçok hayvanı bize tanıtmış olsa ve komik aynalarıyla eğlendirse de, hayvanat bahçesi kapatıldığı için mutluyum.  İnsan "üstünlükçülüğünü" en üst noktaya taşıyan hümanizm ve bunu takiben gelişen teknoloji eliyle doğa üzerinde daha çok tahakkümün önünü açan modernizm akımları, insan olmayan canlı dünyasını (hayvanlar, bitkiler, mikroorganizmalar vb.) çok tahrip etti. Hala da ediyor. Çok çektiler bizden. Şimdi şimdi yükselişe geçen hayvan hakları, vegan hareketler, çevre ha

attraversiamo❤️‍🩹

instagram'da gördüm; "ye, dua et, sev" zamanıymış. bence de zamanı...

Atuan mezarları

4 güne makale teslimim var. tüm malzemeleri içine koydum, pişmesi kaldı. ama kafamı bir türlü toparlayamıyorum. hayatında biri varken yalnız olmak, tek başına yalnız olmaktan daha zor. üstelik yeni bir şey de değil. bir süredir iyi yönde değişmekte olduğunu varsayarak kendimi kandırdığım bir şey. sorunları görmezden gelmek, üstünü örtmek, konuyu değiştirmek sorunları derinleştirmekten başka işe yaramıyor. pek fazla kişiye anlatıp kendimi acındırma gibi bir niyetim de yok. bu yüzden sanırım, ve yine, en iyisi yazmak.  içimdeki sevgiyi ve enerjiyi iyi şeylere kanalize etmek için uzun zamandır çok çaba harcıyorum. ve sanırım artık yoruldum. ama bu çabalamaya devam etmeyeceğim anlamına gelmiyor. dün yeni tanıştığım insanlarla sosyalleştim mesela. çok iyi geldi. sohbet etmek, etkileşim, uzun zamandır kendimi çok fazla izole ettiğimi, hatta bir miktar asosyalleştiğimi kabullenmem gerek. insanlara güvenim de azaldı, eski dostlar sağ olsun. ama yeni insanlara yeni şanslar vermek gerek. eski in

yalnızlık ömür boyu

 

fall will be better than summer

 

Şehrin Silueti

Üstünde anasının komşulardan topladığı rengi solmuş, yazısı dökülmüş bir t-shirt, altında griye çalan lacivert bir şort, ipi kopmak üzere bir sandalet, anasının bir türlü tam ortadan ayıramadığı saçları iki yandan örgülü oturuyordu yunuslarda . Anası ve ninesiyle çiğdem çitlerken pis kokulu kahverengi denize bakardı. Bakışları yukarı kalkardı sonra. Karşı kıyıdan geçen arabaların ışıklarını izlerdi. Çin seddine benzeyen binalara, Hilton'a bakardı. Arkasındaki gecekondu dolu bayraklı tepeye bakardı. Şehre bakardı. Her hafta götürürdü anası o karşı kıyıya, arabalara ezilmemek için koşarak geçerlerdi geniş asfalt yollardan karşıya, Atatürk Kültür Merkezi'ne devlet senfoni çocuk korosuna. Çok korkardı o yollardan. Bir de yaz akşamları üzerine doğru uçan kocaman hamam böceklerinden korkardı. Karşı kıyıyı daha çok severdi. Daha tanıdıktı karşı kıyı. Aralarda tek tük yıkılmadan kalıp anaokuluna dönüşmüş cumbalı yalı evlerini severdi mesela. Pek ister

Feminist Şehir*

Feminist perspektiften mekâna ve daha geniş ölçekte şehirlere baktığımızda neler görüyoruz? Feminist bir şehri nasıl tasarlayabiliriz?  Feminist şehri tahayyül etmek için öncelikle "kadınca sorular sormak" ve "kadınların korkusunu" (female fear) anlamak gerekiyor. Feministler kadınların korkusunun bir toplumsal işlevi olduğu için sürekli körüklendiğine işaret ediyor: kadınları kontrol etmek. Bu “korku kültürü” aracılığıyla kadınların kamusal alan kullanımı sınırlanıyor, iş konusundaki tercihleri ve ekonomik fırsatları şekillendiriliyor ve kadınlar “koruyucu” erkeklere bağımlı kılınarak, “hetero-ataerkil kapitalist sistem” içerisine hapsediliyor. Leslie Kern  "Feminist Şehir"  (2019) kitabında, heteronormatifliğin kalıplarını yeniden üreten kentsel alanlar üzerinde, toplumsal cinsiyet duyarlı planlama perspektifinden ciddi çalışmalar yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Kern, feminist şehri  "Kentsel dünyada farklı yaşamaya, daha iyi yaşamaya ve daha