Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ÖSS'ye ithafen.

Zorlukları aşarak dağları geçmeye çalışıyordu. Yeni şeyler keşfederek hayatına renk katmak, onu özel ve önemli kılmak içindi her şey.  Öyle miydi? Öyle diyorlardı. Önünde duran dev ejderi, elindeki tahta kılıçla yenemeyeceğini düşünüyordu. Tahta kılıcı çelik yapmak senin elinde diyorlardı büyükler. Yoksa öleceksin. Ama nasıl yapacaktı bunu? Bu korkunç ejdere karşı tek başına! Korkuyordu. Zaman çok önemli, çoook, diyorlardı büyükler. Çalıştır kafanı, kurtul!  Nasıl? Nasıl? Nasıl? Ne yapmalıydı? Kaçmayı düşündü bir an. Ama bu korkaklığın ona hiçbir yarar getirmeyeceği gibi, kaçacak, saklanacak yeri de yoktu. Arkadaşları ona yardım edemiyordu. Sevdikleri, sevenleri, hepsi uzaktı ona. Yalnızdı, yapayalnız, bu korkunç ejderin karşısında. Ah keşke bir prens gelse, onu beyaz atına atsa, kaçırsa, uzak diyarlara götürseydi.. Özler miydi buraları? 2003

Ben ne olacağım büyüyünce?

Ben ne olacağım büyüyünce? Nerelere gidip, nerelerden misafir alacağım? Kimlere uzanıp, kimlere dokunacağım? Ne hissedeceğim omuz omuza çarpışırken? Yabancılar arasında ilk kime güveneceğim? Ne olacağım ben büyüyünce? Nasıl bir insan, nasıl bir kadın, nasıl bir anne? Kim olacak aşığım, arkadaşlarım, sırdaşım? Kimlere dokunacağım? Ne renk olacak hava? Ne kokacak? Hangi taraftan esecek rüzgar, saçlarımı okşamak için? Ünvanım ne olacak ben büyüyünce? Kiminle yürüyeceğim el ele? Kimler kalacak yanımda maziden? Kim öpecek dudaklarımdan? Rüzgarsız havada kim okşayacak saçlarımı? Ben kim olacağım büyüyünce? Aralık 2002 (yaş 16) 10 yıl sonra - Hep "sen" olacaksın. Ünvanın seni sen yapmadığın anlayacaksın. Başka ülkelerde yaşamış olacaksın. Sevgililerin olmuş olacak ve kalbin kırılmış. Ama en güzeli.. gökyüzü hala yumuşak mavi bir renkte ve melisa kokulu olacak. Rüzgar saçlarından hiç ayrılmayacak. Maziden pek çok kişi kalmış olacak ve

Bekliyoruz.

Ayrılık diye birşey yok. Bu bizim kendi yalanımız. Sevmek var, özlemek var, beklemek var aslında. Şimdi neredesin, ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu, uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz. Ve bekliyoruz.. Ümit Yaşar Oğuzcan

Cherbourg Şemsiyeleri

"Giderse onsuz yaşayamam, ölürüm demiştim. Her zaman seveceğime, bekleyeceğime söz vermiştim. Neden her geçen gün daha az düşünüyorum onu? Anne, ben neden ölmedim?" Geneviève

Melankoli

Lars Von Trier, bizi nasıl tam olarak "hissetmemizi istediği" duygu selinin içine sokabiliyor??

En zayıf halka

Bazen anne olan hayvanlar hastalıklı evlatlarını emzirmeyerek ölüme terk ederler. Ancak yaptıkları sadece, güçlü olanın türünün devamı için zayıf halkayı elemektir. Canice gelebilir insanlara. Şu örneğe bakın: Bir anne fare, yavrularından birini emzirmez, döver ve uzaklaştırır. Bunu gören biyolog sinirlenir, zorla onu yerine geri koyar, dışarıdan besler ve büyümesine izin verir. Ve fark eder ki, ölmesi gereken yavru fare büyüyüp anne olduğunda tek tek bebeklerini öldürmeye başlar. Zihinsel ya da fiziksel hastalığı içgüdüsel olarak tespit eden onun annesi, en başından bu yüzden yavrusunu beslememiştir. Biyolog, düzene müdahale etmenin daha kötü sonuçlar yaratacağını anlar ve geri çekilir. Düzen, doğanın kendi dengesidir.

AVM Anneleri

Penguen babaların tersidir AVM anneleri. Eşleriyle paraları için evlenir ve tüm o paraları AVM'lerde saçarlar. Bu sırada çocuklarını o yakınlardaki oyun parklarına bırakırlar. Çocukları pek sevmez AVM anneleri. Onlar, limitsiz kredi kartları için şifrelerdir sadece. Nesillerinin bir an önce tükenmesi dileğiyle..

Penguen Babalar

Güzel kutup kuşlarının erkekleri evlatlarına pek düşkündür. Bunu anlamak için özellikle "March of the Penguins" isimli belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Anne yemek getirmeye gittiğinde yavruyu baba ısıtır bacakları arasında. Çok zor bir bekleme sürecidir bu. Penguen ailelerinin sevgisi nice insan ailesinde yoktur ne yazık ki. Dün bir penguen baba gördüm. Heybeliada dönüşü vapurda, eşi yanında, oğlu kucağında, öpüyor da öpüyordu. Türk babalarından pek aşina olamayacağımız bir görüntüydü o. Ve oğlanın o mutluluğu, o kahkahası görülmeye değerdi.  Sevginizi esirgemeyin çocuklarınızdan. Bir insanın pırlanta olması yalnızca buna bağlı. Daha nice penguen baba dileğiyle..

Rüzgara Şarkılar Söyle

Alacakaranlığımızın öyküsüdür bu Ve hayatı zorlaştıran onurun Gizliydi, gözlerindi, gözlerimde Dudakların, pembe ortanca sessizliğinde...

Beyni Yananlar

Oyuncular: Misafir, Ev Sahibi, Kedi. Olay 1: Misafir, ev sahibiyle birlikte havuz başına gider, kitap okumaya çalışır. Gürültüyle havuza zıplayan çocuklardan rahatsız olur. Biraz erken kalkıp kitabına devam etmek için eve döner. Olay 2: Misafirin geçmişte uzun süreli kalmış olduğu evin, paylaşımcı olmayan kedisi, onu kendisini ikinci plana atacak bir tehdit olarak algılayarak evden uzaklaştırmak istemektedir. Daha önce defalarca yapmış olduğu girişimlerden bir sonuç almış olduğunu düşünmektedir (aslında misafir başka sebeplerden o evden ayrılmıştır). Planını uygulamaya geçer. Olay 3: Misafiri yeniden karşısında gören kedi, önceden sonuç almış olduğunu düşündüğü hareketlerini tekrarlamaya başlar. Tıslar, pıslar, onu istemediğini, o evin kendisine ait olduğunu hissettirir ve daha da ileri giderek ısırmak ya da tırmalamak için zıplar. Akli dengesi pek yerinde olmadığı bilinen kedi, bir vileda yardımıyla uzak tutulmaya çalışılır ancak etki etmez. Uzun uğraşlar sonucunda, korkus

MSc.

Veee sonunda İTÜ diplomamı aldım! :) Lay lay lom!

Uysal

Birileri bir şeyler düşünüyor, söylüyor, yapıyor. Düşüncenin, sövgünün ya da eylemin içinde ben de oluyorum. Sadece izliyorum çoğu kez. Bazen cümleler kurmak anlamsız, hele ki senin olmadıklarını düşündüklerinde. Hiçbir zaman kukla kadın olmadım ben. Başkalarının cümlelerine ağız oynatmadım. Ve fakat birçok kişi birçok farklı zamanda öyle düşündü. Sebebi genellikle uysal, ılımlı ve kibar olmamdı belki? Kırıldığımda, yanıldığımda, öfkelendiğimde çarpacakları sert duvarlarımdan bihaberdiler. En yakınlarım. Beni hiç tanımıyorlardı. Olduğum şeyden dolayı pişman değilim. Hatalarımı kabul ederim birçoğunun aksine çünkü o kadar ego sahibi değilim. Özrümü de dilerim. Baktım karşıdaki anlamıyor, ya da işine gelmediğinden anlamaza yatıyor çeker giderim. Arkamdan söylenen yalanlara, eline değnek alıp ortalık karıştıranlara, iki yüzlü insanlara tahammülüm yok. Sabırlı bir insandım ben. Ama sabrın da bir sonu var. Aynı cümleleri kelimeleri değiştirerek kuran ve çok büyük fark yaratmış gibi yapan

Değiş

Yıkılan bir bina, yeniden düzenlenen bir kafe, derslik haline getirilen bir stüdyo gibi... Herşey ve pek tabi insan da değişiyor.

Something About Us

Digital Love

Daft Punk - Interstella 5555 tüm albümü buradan izleyebilirsiniz ;)

ZEITGEIST-1

Artık bu belgesel de dahil izlediğim her şeyi sorguluyorum.

Adam olamayacak çocuklar..

Bugün Atv de "Müslümanız biz müslüman!" diye şiir okuyan 5 yaşlarındaki kız, onu heyecanla izleyen ailesi ve kalabalık ve ardından çıkıp salavat getirmeye başlayan 6 yaşlarındaki oğlan içimi öyle acıttı ki daha fazla dayanamayıp kanalı değiştirdim. Atv artık beş para etmez benim için.  Ah Barış Manço'nun "Adam olacak çocuk" günleri.. Ne çok özledim o günleri. Çocuklar güzel şeylerden bahsederlerdi, anlamını bile bilmedikleri, yabancı bir dille okudukları dualardan daha güzel şeylerden..  Kim ne derse desin bir insanın "özgür iradesiyle" tam olarak ne istediğini, neye inandığını anlaması 20'li yaşları buluyor, bu yüzden doğar doğmaz nüfusumuza bize sorulmadan dinin yazılması doğru değil. Hatta hiç yazılmamalı! İnanç göze sokulmamalı, içten olmalı. Aynı sebepten bir çocuğu, bir bebeği kullanarak dini duygular sömürülmemeli. Bu nesil için çok üzülüyorum.  Herşey değişir. Herşey kırılır, kıvrılır, düzelir, erir ve akar.. Bir gün yine değiş

Yakar Top: Gözbebeği

Yakar Top: Gözbebeği : "İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Kara...

Kronik Mutsuzluk

Biliyor musunuz, bazı insanların doğuştan mutsuz olmaya programlandıklarını düşünüyorum bazen. Genlerle de geçiyor olabilir. Evet, mutsuzluk genleri.. Siz o insanı neşelendirmeye çalışsanız, hediye alsanız, yemek yapsanız filan da mutluluğu geçici ve uçucu oluyor, bir süre sonra yüzüne o bildik gölge ve çatık kaşlar oturuveriyor. Bu gibi insanlar hayatı öylesine kafalarının içinde yaşıyorlar ki, kurguladıkları senaryoların gerçek olduğuna inanıyor, hatta o senaryolar gerçek olsun diye çaba gösteriyorlar! Bu senaryolar tahmin edeceğiniz üzere mutsuz sonlu hikayelere sebep oluyor. Kim bu mutsuzluktan beslenen insanlar? Nereden geliyorlar? Neden o veya bu şekilde etrafımızdalar? Kopamıyoruz. Kopmalı mıyız? Belki de kopmak isteyemeyeceğimiz kadar yakınımızdalar? Beatles'ın Eleanor Rigby  adlı şarkısı geldi aklıma birden. "Bütün bu yalnız insanlar nereden geliyor?" diyordu şarkının bir yerinde. Ben de sormak istiyorum, bütün bu mutsuz insanlar nereden geliyor? Huzursuz aile

Einstein

"Bir insanın ahlaki davranışları anlayışa, eğitime ve sosyal bağlara dayanmalıdır; hiçbir dini temel gerekmez. İnsan, eğer ölümden sonra ceza korkusuyla ve ödül umuduyla kontrol altına alınmak zorundaysa, şüphesiz kötü bir yoldadır."  Albert Einstein

Rüzgar, Dalgalar ve Cırcırböcekleri

Bugün sesleri dinledim. Urla İskele'nin meşhur rüzgarı eşliğinde yürüyüş yaparken çınlayan, tıkırdayan, fokurdayan, fısıldayan, şırıldayan her şeyi dinledim. Çok güzeldi. Kafam dolu değildi sanırım. Böyle anlar pek az oluyor. Bir şey düşünmeden yürüyordum. Algılarım dışa açıktı. Sesler ve görüntüler hücum ediyor bu durumda aklınıza. Ama rahatsız edici değil, keyifli bir süreç. Dalgalarla zıplayan balıkçı kayıklarının tok tok sesleri mesela. Birbirinden farklı tonda, farklı aralıklarla.. Sanki kayıklar birbirleriyle konuşuyorlardı. Yavaş adımlarla, balık ağlarını geçerken, minik bir böceğe kilitlenip nefesini tutmuş bir yavru kedinin sessizliğini duydum . Bir evin dış duvarına rüzgar çanı asılmıştı. Ne güzel melodiler çıkarıyor rüzgar çanları.. Birkaç köpek havladı. Bir kadın, kıyıdaki evlere delice çarpan dalgalara bakıp, Boğaz yalılarının tuzlu sudan nasıl korunduğuna dair birkaç şey sordu eşine. İstanbulluydu belki? Balık restoranlarının arasından geçtim. Sofralar, kadehler, gül

Kapı

"İçerisi o kadar dolu ki.. o kadar dolu ki.. dışarı açılacak kapı bulamıyor!" ( Sermin Albayrak) Bazen gereğinden fazla sustuğumuzda, konuşamayacak kadar çok şey mi biriktiririz?