Ana içeriğe atla

Eski Sevgili

Hepimiz gerçek hayatta peri masalları olmadığını öğrenmişizdir, değil mi? Gerçi masallardaki gibi, cadılar, büyücüler ve bilimum diğer fantastik karakterlere benzer kişilerle karşılaşmışlığımız vardır ama öyle ilk görüşte aşk'lar, prensler, prensesler, happily lived ever after'lar yok, biliyoruz. En azından ilk seferinde. En basitinden, bir oyun gibi bakarsak, yanlış oyun arkadaşıyla oynarken sobelenmek ya da eşşek şakasının dozunu kaçıran biri sana çelme takınca düşüp dizini kanatmak gibi bir şey belki. Evet bildiniz, aşk acısı. Ayrılık. Nam-ı diğer game-over.

Bilirsiniz, şu duygusal konularda genelde her şeye iyi niyetle başlanır, çaba gösterilir ama bir yerde bir terslik ortaya çıkar, yürümez, sevgi sözcükleri nefret sözcüklerine dönüşür, bağlar kopar, klasik. Kimse başından böyle olmasını istemez elbette ama çok izliyoruz bu hikayeyi. Onları gördükçe de en azından kendi adıma tartışmalı ve saygı çerçevesi dışında bir ayrılık yaşamadığım için şanslı hissediyorum. İnsanların duygularının bu kadar çabuk ve ani değişimini rahatsız edici buluyorum ayrıca. Bir şey bitmek durumunda olunca iki taraf da birbirini suçlar, egolar çarpışır, havada kıvılcımlar uçuşur filan. Gereksiz. Ne ben mükemmelim, ne karşımdaki. Ama en azından doğru ve yanlışı ayırt edebilen bir insanım. Ve şu anda biri hayatımda yoksa, bu, muhakkak ki bana bir yerde yanlış yaptığındandır, bunu bilirim ve karşımdakine de bildiririm. Anlar ya da anlamaz, orası beni bağlamaz.


İlişki sürecinde kendi adıma elimden geleni yaptığımı düşünürüm her zaman için (muhtemelen herkes kendi adına böyle düşünür). Ama bir şeyler ters gittiğinde ve sonucunda ben gittiğimde ve daha sonrasında da aslında böyle olduğunu bilirim. Muhtemelen, gereksiz yere, karşımdakinden de çok, hatta ikimiz adına üzülürüm. Sonradan fark edilen zaman kayıpları işte :) Ya da kadın duygusallığı. Ama iyi tarafı, atlatman gereken yas sürecini atlattıktan sonra huzurla uyuyabilmek. Elinden geleni yaptığını bilmek ve huzurla uyuyabilmek paha biçilemez. Bütün ayrılan arkadaşlarıma da bunu söylerim ve bir zamanlar bana da söylendiği gibi eklerim "Geçecek..". Geçiyor da.


Bir ilişki yürümüyorsa bunun üç sebebi vardır bana göre: 1) Zamanla aşk biter ve çiftimiz aslında birbirlerine uygun olmadıklarını anlar (Muhtemelen uzun bir ilişkidir ve boşanmayla sonuçlanır). 2) Çiftlerden biri bir yerde ciddi bir arıza verir ve diğeri bunu kaldıramaz (İstatistik olarak en çok bu yüzden ayrıldığımızı düşünüyorum). 3) Çiftlerden ikisi de arıza verir (Bu biraz ilginç bir durumdur, bu durumda ayrıla barışa sağlıksız bir ilişkinin uzun yıllar sürdürülebildiği tespit edilmiştir).


Sonuçta bir sebepten hepimiz bunu yaşarız. Kandırılırız, aldatılırız, kırılırız. Kadını, erkeği de yoktur bu işin. Karakter meselesi. Kimi zaman değiştirmeye, iyileştirmeye çalışırız. Bir etkisi olmadığını anlayınca vazgeçer, gideriz. Bir insanı değiştiremeyeceğimizi öğrendiğimizde de, her seferinde gidişimiz daha hızlı olur. Hızlı ama aynı zorlukta. Yine de hızlı gidebiliyorsak, zamandan kazanırız. Bir de gidemeyenler vardır ki, ben en çok onlara üzülürüm. Yalnız kalma korkusu mu, kendine güvensizlik mi, kör kütük aşık olmak mı, aptallık mı ya da hepsi birden mi bilemeyeceğim. Onları sevmeyen bir insanın yanında çakılı kalırlar ve iki kişilik sevmeye çalışırlar. Çok yorucudur, çok.. Aşk kırıntısı dilenmektense tek başıma yerlerde sürünmeyi tercih ederim. Bir yerde tekrar yürümeyi ve ardından başımıza yıkılan evlerimizi tekrar inşa etmeyi öğreniyoruz nasıl olsa.


Bir sürü insan var dünyada, çeşit çeşit.. Herkes kendine özgü. Ama bir nokta o insanları hep benzer kılıyor. Ego. İşte o minik, zavallı ego yeri geldiğinde öyle bir canavarlaşıyor ki, evleri temelinden sarsıyor. Ve sonunda karşında bir müteahhit ve çimentonda da deniz kumu bulup öylece kalakalıyorsun!


Neyse ki hayat devam ediyor. Zaman geçiyor. Hiçbir anı unutulmuyor ama geriye, çok gerilere itiliyor. Eski sevgiliyle ilgili herhangi bir anı hatırladığında hissettiğin şey çok net. O anki hayal kırıklığını, o anı tekrar yaşıyormuşçasına hissediyorsun. Geçmişteki o anda mühürlenmiş bir duygu gelip oturuyor göğsüne. Birkaç saniye sonra uçup gidiyor ama aslında hiç unutmuyorsun. Belki de bu yüzden ayrılamıyordur bazı insanlar. Bu birkaç saniyelik duygudan korktukları için. Ah, ama ne kadar çok şey kaybettiklerini bir bilseler..


İşin en güzel kısmı, yorulduğunu, uğraşmak istemediğini ve artık kimseye güvenemeyeceğini düşünüp, sadece kendine ve hayatına odaklanmaya karar verdiğin o dakikada başlıyor. (Birkaç ay sabretmek de gerekebilir gerçi:)) Belki hep gözünün önünde olan, belki ihtimalini unuttuğun, belki de yeni tanışacağın bir adam/kadın geliyor ve sana öğrendiğin her şeyin yanlış olduğunu anlatıyor. Doğrusunu öğreniyorsun. Huzurlusun çünkü herşey yolunda gidiyor. Ego yok, yalan yok, içten pazarlık yok. Seni kendi çerçevesine sığdırmaya çalışan, kendi istekleri için duygularını görmezden gelen biri yok. Sevmek hakkında tek kelime bilmediği halde onun hakkında boru boru konuşan hiç kimse yok! Yalnız olmadığını anlıyorsun. Ve işte tam da o anda özgür olmak.. Bunun güzelliği paha biçilemez.


Sevgili, sevilmeyen ama ayrılamayan dostum.. Bu yazıyı okuyorsan sana tek tavsiyem, kendini özgür bırak ve yalnızlıktan korkma. Çünkü yalnız olmadığını anlaman için önce o gürültülü ve huzursuz duygu kalabalığından uzaklaşman gerekiyor. Güven bana. Bazen geçmiş sana çeşitli şekillerde kendini hatırlatır. Doğum gününde yollanan bir şarkı, sesini duymak istediğini söyleyen bir mesaj, açılan bir blog, gönderilen bir mail ya da her türlü başka şekilde.. Sessiz kalmanı tavsiye ederim çünkü zaten söylenecek her şey söylenmiştir. Bu gibi durumlarda çeşitli insanlar geçer gözümün önünden. Boş vaatlerde bulunan, gofret seviyorum der gibi seni seviyorum diyen, hatta evlenme teklif eden insanlar. Muhtemelen ya hatalarını anladıklarından ya da anlamadıklarından bu cüreti gösteriyorlardır. Ortası yok. Ortası ses etmez zaten. Ayıp olduğunu bilir. Aklı başında her insan eski sevgiliden arkadaş olmayacağını bilir. Aksini iddia edenlerin ya o ilişkiyle ilgili bir umutları vardır, ya gerçekte hiç sevmemişlerdir ya da ayrılmaktan korkuyorlardır. İletişimi sürdürmek de bana göre ayrılamamaktır.


Geçmiş, geçmişte mühürlenir. Değiştirilemez, baştan çizilemez. Bizi bugünkü biz yapar. Ben, üzücü anıları, beni büyüttükleri için saygıyla hatırlamaya çalışırım. Pek kolay değil ama size de aynısını öneririm. Ve bir şeyler ters gitmeye devam ediyorsa da, aynanın karşısına geçip sorunun ne olduğunu kendinize sormayı deneyin. Evet, kimse bir başkasını değiştiremez ama bunu tek bir kişi yapabilir: kişinin kendisi. 


Bu hayatta gerçekten mutlu olan insanlar var. Ömür boyu aşkla süren ilişkiler var. Neden daha azıyla yetinelim ki? Belki, peri masalları yok çünkü hiçbirimiz mükemmel değiliz. Ama kendimiz için en iyi olanı yaşayabiliriz. Hak ettiğimizi. Ben artık buna inanıyorum ;)


Sevgiyle kalın,


Dalya
07/11/2011

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl