bazen böyle her şeyi bırakıp alıp başımı gidesim geliyor. isteklerimize ulaşmak için bazı bedeller ödememiz, sabretmemiz, ne bileyim çaba göstermemiz gerektiğini, her zaman bir seçim şansımızın olduğunu ve durduğumuz noktaya kendi tercihlerimiz sonucunda geldiğimizi biliyorum. hatta durduğumuz nokta muhtemelen de güzel bir noktadır, en kötüsü "hiç de fena değil" bir noktadır ve halimize şükretmemiz gerekir, şükrederiz. ama, adamın tekinin neredeyse 10 kere aynı cümleyi tekrarlayarak, uzataa uzataaa yazmış olduğu son derece sıkıcı bir makaleyi okumaktansa, ne bileyim keyif alacağım bir kitabı okumayı tercih ederdim!! tez yazıyorum, ne beklenir ki bu dönemden başka.. eminim bunu düşünen tek kişi de ben değilimdir. bir de doktora mı yapsam diye düşünüyorum, hatta daha fenası böyle düşünüyorum ya kesin yaparım. öf! geldiler bana sağdan soldan! imdat!
Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi. Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor. Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül. Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum. Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum: Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum. Ama bir süre. Çünkü benden iyi oyuncular var. Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy
Yorumlar