Bazen birini çok özlersin, kalbinin ucu titrer. Bazen pişman olduğun yaşanmamışlıklar olur. Kimseye söyleyemezsin... Kayaların üzerinden rüzgara koşmak, yıldızları, dolunayı izlemek istersin. Şarkı söyleyesin gelir. Küçük mucizeler beklersin. Öyle, ansızın... Bugün toplantı masasında 25-30 yıl sonraki İzmir'den bahsederlerken çoğu orta yaşlı hocalarıma baktım. Yaşamı düşündüm. Yaşanacak kadarı. Böyle zamanlarda herşey anlamsız gelir. Seni yerle bir etmiş insanları bile yeniden sevebilme gücü gelir. Sevgi sınırsız bir şey olmalı. Böyle zamanlarda ansızın gözlerin doluverir. Sonra geçer böyle zamanlar. Ama tek bildiğim... Biz sanırım sadece böyle zamanlarda gerçekten yaşıyoruz, nefes alıyoruz. Bugün Filiz'i de düşündüm. 2011 Kasım ayında kaybettiğimiz arkadaşımızı. Evlenecekti yaşasaydı. Sevgilisini düşündüm. Atlatmış mıdır? Huzur içinde uyu arkadaşım. Yaşam çok kısa, çok uzun, çok dehşetengiz ve çok mutluluk verici. Ölüm nasıl henüz bilmiyoruz. Devam ediyoruz...
Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi. Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor. Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül. Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum. Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum: Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum. Ama bir süre. Çünkü benden iyi oyuncular var. Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy
Yorumlar