Ana içeriğe atla

Hayat Memat

Beyoğlu'nun ortasında oturmuş kahvaltımı ederken düşünüyorum. Düşünebiliyorum çünkü şu anda zamanım var, çünkü ivedilikle çözülmesi gereken hayat memat meselesi sorunlarım yok. Başımı sokabileceğim çeşitli evler var ve karnımı doyurabiliyorum. Yoo, baba parasıyla büyüyen şımarık çocuklardan olmadım hiç. Ama şanslı bir çocuktum. Hayat yolunda destekçim olan sevgi dolu bir ailede doğmuştum. Şimdi benim burada oturmamı, kahvaltı etmemi, güzel giysiler alıp giymemi ve bunun sonucunda mekan sahipleri, yoldan geçen insanlar, otobüs şöförü yada bakkal amca tarafından saygı görmemi sağlayan bileğimin hakkıyla kazandığım paradır. Ancak Jonathan Raban'ın bahsettiği gibi bir soft city de, bir ansiklopedide yada bir tiyatroda önemli bir rolüm varsa (tabi eğer varsa) bu mertebeye tek başıma erişmedim. Fakat fırsatları değerlendirip koşulları iyileştirdim.

Altın dişli bir çingene çocuklarıyla içeri adım atıp dilendiğinde ve vermediğimde pek üzülemedim açıkçası. Kaldı ki çorap satan yaşlı bir teyzeyi gördüğümde ağladığım zamanlar da olmuştur. Evet hayat bizi önde ve geride başlatıyor bu koşuya ama biz de güzergahlarımızı seçiyoruz. 

Dünyada herkese yetecek kadar yiyecek var ama neredeyse yarımız aç geziyorsa, bu birey bazlı değil, sistem bazlı bir sorundur. Ve inanıyorum, bir gün olacak bu sistem değişikliği. En dipten gelecek ve birden patlayacak. 

Yoldan geçen insanlara bakıyorum: güzeller, çirkinler, sağlıklılar, sakatlar... Gözlerimi kahvaltı tabağıma çeviriyorum, marul, zeytin, domates, salam, ikincisini başka bardakta içmeyi rica edeceğim çay, ve hayır hiç pişmanlık duymayacak, utanmayacağım burada oturduğum için. Bu zeytini, dünya üzerindeki herkes zeytin yiyebiliyormuş gibi yiyeceğim. Bu yeni bardakla gelen sıcak çay dünyada kimse üşümüyormuş gibi geçecek boğazımdan. Dilimi yakacak belki? 

Gülümseyeceğim sevimli ve güzel, beni hep çok sevecekler. 
Her gün yaptığım gibi. 
Herkesin yaptığı gibi. 

Mendilin ucuyla gözyaşımı sileceğim. 


16/04/2014
Beyoğlu/İstanbul


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl