Ana içeriğe atla

Brütüs

En güzel günlerimin üç melun adamı var
Biri sensin, biri o, biri ötekisi
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi

Sana gelince...
Ne ben Sezar'ım, ne de sen Brütüs'sün
Ne ben sana kızarım,
Ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz. 

Nazım Hikmet'in bu dizelerini oldum olası sevmişimdir. Değer verdiğimiz ve değerimizi boşa çıkaran herkese ithaf edilebilirler. Büyüksün Nazım usta!

Arkadaşlık çok değerli bir iletişim biçimi. Sosyal çevremizi tamamen kendi seçimlerimizle oluştururuz. Bu çevreden bir elin parmaklarını geçmeyecek dostlar çıkarır ve hayat boyu birbirimize iyi günde, kötü günde yoldaş olacağımızı umarız. Birkaçı öyledir gerçekten. Ama mutlaka çürük elmalar çıkar içlerinden. Ve işte o zaman gelir en kallavisinden bir dost kazığı. 

Benim için dostluğun koşulsuz olması çok önemlidir. Koşulsuz derken gerçekten koşulsuz. Yani bilmemkaç hafta aramadığında sana kinaye etmez gerçek dost. Özlediğinde ya da ihtiyacın olduğunda arayacağını bilir. Zaten en değerlisi içinden geldiği zaman iletişim kurmaktır. Paylaşacak şeyler biriktiği zaman. Sanki öyle daha tok bir güzellikte olur dostluk. 

Benim için dostluğun yargısız olması çok önemlidir. Hiçbirimiz yargıç değiliz. Bilimsel bilgileri yanlışlanabilir olduğu için bilimsel kabul ettiğimiz bir yüzyılda, bazı konularda esnek davranamamak başlıca bir zafiyet değil de nedir? Hepimiz insanız ve hatalar, hatta aptallıklar, hatta kötülükler bile yapabiliriz. Şimdi kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Nasıl diyorlardı? Olması gereken, olabileceği anlamına gelmediği gibi; olması gerekmeyedebilir! Bu gibi durumlarda bir dost kendi doğruları ve değer yargılarına göre fikrini beyan eder, gerekirse uyarısını yapar. Ancak karşısındaki insan davranışında kararlıysa bir noktadan sonra karışmaz ve zamana bırakır. Ancak bu zamana bırakmak, dostluğu rölantiye almak değildir. Zamana bırakmak her şeyi oluruna bırakmaktır ve bu sırada dostluk, arkadaşlık, hiçbir şey olmamış gibi devam etmelidir. Bunu yapabilen insan sayısı o kadar az ki! 

Yargılamadan ve üçüncü bir kişiye dedikodunuzu yapmadan sizi dinleyen bir dostunuz var mı hayatta? En az bir dostunuz varsa gerçekten inanılmaz şanslısınız! Gerçekten!

Bu yıl çeşitli arkadaşlarımdan şaşırtıcı ve hatta kırıcı tepkiler aldım. Radikal bir karar verdiğim ve yeni bir döneme başladığım bir yıldı. Geçmişte kendilerini hiç yargılamadığım benzer kararlar vermiş arkadaşlarım bile beni yargıladılar. Çok kişi haddini aştı kısacası. Dedikodular ve yalan dolanları hiç saymıyorum bile. 

Bir dost bir konuda sizinle aynı fikirde değilse, bunu gelip sizinle paylaşır. Haddini aşarak paylaşır. Ancak dostlukta hadler aşılabilir, elbette iki kişi arasında. Ancak bir insan bir konudaki fikrini size açmaktan çekinip, gelip ailenize sizin haberiniz olmadan sizin hakkınızda, üstelik abartarak beyan ediyorsa; bu fikir beyan etmek değil, dedikodu yapmaktır, hatta iftira etmektir ve kesinlikle iyi niyetli bir tarafı yoktur. Dost, gerektiğinde ailene karşı beraber bahane üreteceğin insandır; onlara ispiyonlayan değil!

Ben kendi adıma iyi bir arkadaş, iyi bir dost olduğumu düşünürüm. Sabırlıyım ve iyi bir dinleyiciyim. Yapıcı eleştiriler ve çözüm önerilerinden yanayım. Sadece iyi gün dostu değilim. Başta da dediğim gibi akrabalarımızı biz seçemeyiz, ancak arkadaşlarımızı ve sosyal çevremizi kendi tercihlerimiz oluşturur. 28 yaşındayım ve 21 yıldır hala görüştüğüm, haberleştiğim birden fazla arkadaşım varsa, arkadaşlık konusunda bir şeyler biliyorum demektir. 

Dost olarak nitelendirdiğim insanların birinden aldığım ilk darbe 2010 yazındaydı. Kendisinin bana hissettirdiğini asla unutmayacağım, ama biliyor musunuz insan yaşattıklarını yaşıyor galiba? Karma diye bir gerçek var...

Ve bu yaz... Çok sevdiğim, dostum, kardeşim dediğim üç arkadaşım daha... Güven sarsılması ve eski samimiyetin kurulamayacağı durumları da sayarsak. Gerçekten büyük bir hayal kırıklığı. Çok üzgünüm. Kendileri belki bunun farkında bile değiller. Belki bir gün olurlar. Ama açıkçası şu dakikadan sonra hangi gün, nerede ne olacakları pek de umurumda değil.

Küçük insanlar küçük şeyler konuşur. Dünya ise kocaman. Üzerinde düşünülecek, konuşulacak, uğruna savaşılacak o kadar çok şey var ki... Sevgiye ve insana saygı gösterin, değer verin. Küçük insan olmayın. Şimdiye kadar olduysanız bile, artık olmayın.

Buradan iki gerçek dostuma teşekkür etmek istiyorum. Daha niceleri hala hayatımda ve hepsini çok seviyorum, iyi ki varlar. Ama o ikisi, ki bir zamanlar üçlü bir gruptuk ve adımız "Şaş Trio" idi, kendilerini çok iyi bilirler. Biriyle ikimizin de hatalı olduğu bir durumdan dolayı koptuk; diğeri başka şehirde. Biri dünyayı dolaşıyor, ki zaten mesleği bu; diğeri bir çılgınlık yapıp, para biriktirdi, işinden istifa etti ve 1 Ekim'de dünya turuna çıkıyor :) Dünyadaki bütün güzellikleri görsünler istiyorum, ve kim bilir belki bir gün hep birlikte de bir maceraya çıkarız? Onlar yanlarında hep çok rahat hissettiğim, her duygumu sansürsüz paylaştığım, bana akıl veren, benden akıl alan, asla beni yargılamayan ve yargılamadığım insanlar. İyi ki varlar, iyi ki tanımışım onları. Hesabıma göre 12 yıl olmuş tanışıklığımız :) Zaman çok hızlı geçiyor. 

Bu yazıma niye başladım? Bu yaz kaybettiğim dostlarıma bir serzeniş için sanırım. Ama daha çok gerçek bir dost olmanın değerini bilin diye. Siz iyi bir dost olun ve potansiyel dostlarınızı dünyanın her neresindeyseler arayın ve bulun diye. 

Sevgiyle,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl