Keşke hepimizin hayatında mutlu sonlarımıza ulaşacağımız Mr. Darcy'ler olsa... Ancak Jane Austen da bu mutlu sonların gerçek hayatta olmadığını biliyordu ve hayata inat romanını mutlu sonla bitirmek istedi. Mr. Darcy, 19. yüzyıl İngiltere'sindeki bir beyaz atlı prenstir. Ve Elizabeth Bennet ile sonsuza kadar mutlu yaşar... Ancak anladım ki, gerçek hayatta saçlarını uzatıp kulede beklesen de, azıyla yetinip kabullensen de yeterince mutlu olamıyorsun. Büyük ihtimalle. Bu bok gibi ülkeye çocuk da doğurmak istemiyorsun. Büyük ihtimalle. Sağlığa zararlı olduğunu bildiğin halde bir sigara yakıp, öksüre öksüre içine çekiyorsun. Büyük ihtimalle. Ah, sevgili Austen... Huzur içinde uyu.
Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi. Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor. Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül. Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum. Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum: Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum. Ama bir süre. Çünkü benden iyi oyuncular var. Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy
Yorumlar