Ana içeriğe atla

Her Şey Her Yerde Aynı Anda!

Bugün biraz hayatımdaki yol ayrımlarını düşündüm. Hayatımdaki her olayın, her duygunun, her insanın ve bunun sonucunda özgür iradeli (ya da iradesiz) seçtiğim her seçimin beni ustalıkla getirdiği bugünkü konumumu... Mesela lise son. Sınava 6 ay kalmış. Annem İstanbul'a taşınacağız, diye tutturdu. Katiyen olmaz, dedim, arkadaşlarımı bırakmam, sen beni bırak öyle git. Bırakamadı tabi, kaldık. Ve hooop: İYTE - Şehir ve Bölge Planlama. Böylelikle çok uzun bir kariyer yolunun ilk adımı atılmış oldu. Sonrası zincirleme. Üniversite iki. Erasmus'u kazanmışım, Torino'ya gideceğim. İtalyanca öğreniyorum. Yine annem. Kaldım. Onun yerine yüksek lisansta Barselona'ya gittim. Az buçuk İtalyancam da yanıma kar kaldı. Kim bilir ne kadar şey değişti o arada. Peki İstanbul'u niye istedim? Çünkü İTÜ Taşkışla! Arkadaşları ziyarete gittiğimde aşık olmuştum oraya. Gözüm görmedi bile ODTÜ'yü. Neden? Ankara'nın denizi yok çünkü. Ayıca İstanbul şa-ha-ne şehir. Hem teyzemler de orada. Çok güzel anılarım, arkadaşlarım oldu gerçi, pişman değilim. Ama yordu sonraları. Peki kalmak için az daha inat etseydim? Bambaşka bir yol olurdu. Doktorada niye ODTÜ'ye gitmedim ki? Denizi yoktu çünkü! Ah be çocuk. İYTE'ye dönebilirdin. Post-doc'a gidebilirdin. Ama İzmir'e dönmesen onunla tanışamazdın. Şimdi ise adında deniz olup da kendinde olmayan bir şehirdesin :) 

Düzenli olarak karşıma çıkıyor bu yol ayrımları. Şöyle olsaydı nasıl olurdu, böyle olsaydı nasıl olurdu? Hangi şehirde, hangi ülkede, hangi meslekte, hangi insanla? Bazı hayatlar az daha kısa, ötekiler az daha uzun. Bazıları daha varlıklı, bazıları daha bohem. Bazılarında kızım, bazılarında oğlum, bazılarında sadece kedilerim var. Kilom, saçım, giyim tarzım bile farklı ama yine de hepsi benim. Bazen hangisinde daha mutlu olurdum, bilmek istiyorum. Ama işin ilginci düşündükçe, hepsinde yaklaşık aynı derecede mutlu olacağımı düşünüyorum. Evren senden bir şeyi alırken, sana bir şeyi veriyor çünkü. Eşit takas prensibi. Denge. 

Yol ayrımları sancılı. Bir şeyi seçerken aklın seçmediğinde kalıyor. Ama en kötü seçim bile hiçbir şey seçmemekten iyi. Çünkü hayatımızda etkin olmalıyız, edilgen değil. Spinoza yaşarken "etkin bir sevince" dönüşmeyi salık veriyor. Bu yüzden seçim önemli. Bazen ince eleyip sık dokuyarak, bazen hızlıca, şansına... Ama kaynağı farklı olsa da, hepsinde mutluluk var. Elbette acı, hüzün ve kayıp da. 

Paralel hayatlara dair bir film önerim olacak: "Her Şey Her Yerde Aynı Anda"! Şahane! Uzun zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum :) Benim için özel bir anısı olan güzel Kadıköy Sineması'nda, o özel anının sahibiyle gittim bu filme. Tam 11 yıl sonra. Sinemanın tasarımı bir deniz kabuğunun içindeymişsiniz hissi veriyor. Sarmalayıcı, döngüsel, yakın, uzak, ilginç bir his. 

Ayrıca Netflix'te gösterimde olan "Uysallar" mini dizisini de tavsiye ederim. İncelikle işlenmiş bir Türkiye (daha çok İstanbul) taşlaması. 

İyi seyirler. 

Ve iyi seçimler.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl