Ana içeriğe atla

Feminist Şehir*

Feminist perspektiften mekâna ve daha geniş ölçekte şehirlere baktığımızda neler görüyoruz? Feminist bir şehri nasıl tasarlayabiliriz? 

Feminist şehri tahayyül etmek için öncelikle "kadınca sorular sormak" ve "kadınların korkusunu" (female fear) anlamak gerekiyor. Feministler kadınların korkusunun bir toplumsal işlevi olduğu için sürekli körüklendiğine işaret ediyor: kadınları kontrol etmek. Bu “korku kültürü” aracılığıyla kadınların kamusal alan kullanımı sınırlanıyor, iş konusundaki tercihleri ve ekonomik fırsatları şekillendiriliyor ve kadınlar “koruyucu” erkeklere bağımlı kılınarak, “hetero-ataerkil kapitalist sistem” içerisine hapsediliyor.

Leslie Kern "Feminist Şehir" (2019) kitabında, heteronormatifliğin kalıplarını yeniden üreten kentsel alanlar üzerinde, toplumsal cinsiyet duyarlı planlama perspektifinden ciddi çalışmalar yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Kern, feminist şehri "Kentsel dünyada farklı yaşamaya, daha iyi yaşamaya ve daha adil yaşamaya dair süregelen bir deney" olarak tarifliyor ve feminist şehri “soylulaştırma” (mutenalaştırma) ve “kesişimsellik” bağlamlarında ele alıyor. 

Lefebvre'in (1974) bahsettiği gibi, toplum mekânı yaratırken mekân da toplumu yaratıyor. Kentsel mekâna bu açıdan yaklaştığımızda, şehirlerin ne kadar kadın-dostu, queer-dostu ya da engelli-dostu olduğunun, ciddi ölçüde o toplumun bulunduğu coğrafya, politik iklim ve yasalarla belirlendiğini görüyoruz. Kern (2019), özellikle Kanada ve Amerika şehirlerinde yaptığı çalışmalarda, kadınların bedenlerinin sıklıkla kentsel sorunların kaynağı ve işareti olarak görüldüğünü tespit ediyor. Şehirler halen erkeklerin beden ve deneyimleri "norm" kabul edilerek, şehrin kadınlar için nasıl engeller yarattığıyla pek de ilgilenilmeden, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini destekleyip kolaylaştırmak üzere tasarlanıyor.

Feminizmin cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıfçılık, homofobi ve engelli ayrımcılığı da dahil çeşitli imtiyaz ve baskı sistemleri arasındaki ilişkiye dair anlayışında radikal değişikliklere sebep olan “kesişimsellik” perspektifinden bakıldığında, şehirde yer kaplayan orta sınıf, beyaz, trans olmayan ve engelsiz kadın bedeninin, mekânın daha saygın, güvenli, orta sınıf ve makbul olduğuna işaret etmesi açısından sıklıkla “soylulaştırmanın bir işareti” olarak işlev kazandığı görülüyor. Sınıf çatışmasını derinleştiren soylulaştırma eliyle yerinden edilen "dezavantajlı" kadın nüfusunun kentsel güvenliğe dair sorunları derinleşirken, görece “avantajlı” kadın nüfusunun şehirdeki güvenli hareket alanı artıyor (ör. hipster mekanlar, yeni nesil kahveciler). Diğer yandan heteroseksüel olmayan kadınların ve trans bireylerin sosyalleşebileceği güvenli ve kaliteli kentsel mekânlar da soylulaştırma eliyle gittikçe azalabiliyor (ör. lezbiyen barlar). Bir diğer can alıcı konu ise engellilerin, yaşlıların, hamile ve çocuklu kadınların kolay ve güvenli ulaşım vb. kamusal ve yarı-kamusal ihtiyaçlarının (ör. hijyenik tuvaletler, emzirme alanları) hala sağlanamıyor oluşu. Kadınlar için güvenli toplu ulaşımın “pembe metrobüs” gibi ayrıştırıcı “çözümler” ile giderilemeyeceği ise açıkça görülüyor.

Feminist Coğrafya yazını uzun zamandır kadınların mekânla olan ilişkisi üzerine çalışıyor. Feminist coğrafyacı Darke'ın (1996) deyimiyle "Her yerleşim, onu inşa eden toplumdaki toplumsal ilişkilerin mekâna yazılmasıdır. Dolayısıyla şehirler, ataerkilliğin taşa, tuğlaya, betona ve cama yazılmış halidir". Hayden ise (1977), sıklıkla imar kararları aracılığıyla “kente karşı işlenen suçların” bir parçası olarak ortaya çıkan gökdelenleri, "Sürekli ve daha yüksek kentsel yapıların imarıyla somutlaşan eril iktidar ve üreme fantezileri" olarak eleştiriyor. Kentsel yapılı alanların toplumsal cinsiyet temelli sembolizmi, eril kurumsal ekonomik gücün anıtı olan bu gökdelenlerde ortaya çıkıyor. Tam da burada, kadınları ikinci sınıf vatandaş olarak gören Arap ülkelerinde süregelen "en yüksek gökdeleni dikme" yarışına dikkat çekmek istiyorum. 

Elkin (2016), "Flanöz: Şehirde Yürüyen Kadınlar" kitabında, Benjamin ve Simmel gibi erkeklerin dişi bir flanör tahayyül edememesinin sebebini, "norm dışı" davranan kadınları fark edememeleri ya da sokakta dolaşan kadınları sıklıkla fahişe (seks işçisi) olarak algılamaları sebebiyle olduğunu ifade ediyor ve ekliyor; "Zamanda geriye gidersek, her zaman sokakta Baudelaire'in yanından bir flanözün geçip gittiğini görürüz".

Türkiye’de yapılan çalışmalara baktığımızda, Akıncı (2018) tarafından yazılan TMMOB Şehir Plancıları Odası Kadın Komisyonu Üyelerinin Kentsel Mekan Deneyim ve Görüşleri” isimli yüksek lisans tezi, plancı kadınların mekânsal deneyimlerini, planlamanın toplumsal cinsiyetle ilişkisini ve kentsel mekânsal düzenlemelerin toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesine nasıl katkıda bulunabileceğini eleştirel bir perspektiften inceliyor. Mekâna feminist perspektiften bakan bir diğer önemli çalışma, Lordoğlu’nun (2018) "İstanbul'da Bekâr Kadın Olmak" kitabı. Lordoğlu, "Akşam eve döneceğimiz saate göre rota belirlemek, evden çıkarken şehrin nerelerinden geçeceğimize göre kıyafet seçmek gibi gündelik hayatımıza dair ayrıntılar yanında bir de pek görünür olmayan konular var: ekonomik imkânlarımız dolayısıyla seçme imkânımız varsa, şehrin neresinde oturmak daha güvenli ve rahat?” sorusuyla başlıyor çalışmasına ve kesişimsel farklılıklara göre seçtiği saha alanlarında, Jacobs'un (1961) tarif ettiği "gören gözleri olan mahallelerin" kadınlar için aynı anda hem güvenlik hem de baskı faktörü olarak farklı yorumlanabildiğini keşfediyor. 

Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsiz iş bölümü sebebiyle ortaya çıkan “biyografik uygunluk durumu” ise (Tindall ve diğ., 2003) kadınların kamusal alanda ve eylemlerde (ör. onur yürüyüşleri, geceyi geri al yürüyüşleri, çevre eylemleri) aktif olabilmesinin insanüstü bir çaba gerektirdiğini ortaya koyuyor. Ancak kadınlar bu zorlayıcı ortama rağmen yıllardır akın akın şehir hayatına katılıyor çünkü şehirlerin sunduğu seçenekler, anonimlik, kendiliğindenlik, enerji ve tahmin edilemezlik gibi sosyo-psikolojik "çekici faktörler”, köyler ve kasabalardan çok daha özgürleştirici.

Şehirlerin, kadınlar için sürekli bir tehlike coğrafyası olması, yazılı ve yazılı olmayan verilere ve deneyimlere göre kadınların kişisel belleğinde şehrin güvensiz bölgelerini oluşturuyor. Kentsel bellek ve kentsel morfoloji çalışmalarında "psikolojik eşikler" olarak da tariflenen bu tehlike bölgeleri, çeşitli araçlarla (ör. mekân dizimi) haritalandırılabiliyor. Bu alanda planlama literatüründe yapılan çalışmalar artırıyor, ancak bu çalışmaların indirgemeci bir yaklaşımla salt mekânsal öneriler getirme riski de bulunuyor.

Feminist şehir, görece işlevselliğe odaklı teknik bir meslek olan planlamanın şehri kesişimsel perspektiften ele alması gerekliliğini ortaya koyuyor. Burada farklı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bölgelere farklı yaklaşımlar geliştirilmesi, kentsel rantın kamu yararı perspektifinden ele alınması ve buna paralel soylulaştırmanın kontrol edilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu noktada merkezi ve yerel yönetimlere, plancılara, kentsel politikacılara ve diğer ilgili uzmanlık alanlarına, siyasa yapıcılara, meslek odalarına ve STK'lara büyük iş düşüyor. Ancak akademik yazında kentsel politikaların sıklıkla, kadınların ihtiyaçlarını görmezden gelen orta yaşlı beyaz erkekler tarafından yazıldığını görüyoruz. Türkiye'de de kent politikacısı denildiğinde öncelikle akla gelen ve her daim alıntılanan akademisyenler bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda orta yaş ve üzeri erkekten oluşuyor. Kern (2019), bu noktada akademik yazında “en çok yürünen yoldan” değil, alternatif yollardan yürümek gerektiğinin altını çiziyor. 

Şehirdeki sürekli hafif şiddet tehdidi, cinsel tacizle birleşerek kadınların gündelik yaşam pratiklerini şekillendiriyor. Mevcut kentsel çevreler ise ataerkil aile biçimlerini, toplumsal cinsiyete göre ayrılmış emek piyasalarını ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini desteklemek üzere yapılandırılıyor. Buna karşın “kesişimsel feminizm”, daha kapsayıcı, güvenli, adil ve feminist şehirler yaratabilmek için ihtiyaç duyulan teorik arka planı sunuyor.



Kaynakça

Akıncı, N. (2018). TMMOB Şehir Plancıları Odası Kadın Komisyonu Üyelerinin Kentsel Mekan Deneyim ve Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi.

Darke, J. (1996). The Man-Shaped City, Changing Places: Women’s Lives in the City içinde, ed. Chris Booth, Jane Darke ve Sue Yeandle, Sage Yayıncılık, 88.

Elkin, L. (2016). Flanöz: Şehirde Yürüyen Kadınlar (çev. D. D. Doğan), Nebula Kitap, 2018.

Hayden, D. (1977). Skyscraper Seduction, Skyscraper Rape, Heresies, 2: 108-115.

Jacobs, J. (1961). Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı (çev. B. Doğan), Metis Yayıncılık, 2011.

Kern, L. (2019). Feminist Şehir (çev. B. S. Aydaş), Sel Yayıncılık, 2020.

Lefebvre, H. (1974). Mekânın Üretimi (çev. I. Ergüden) Sel Yayıncılık, 2015.

Lordoğlu, C. (2018). İstanbul’da Bekar Kadın Olmak, İletişim Yayıncılık.

Tindall, D. B., Davies, S., ve Mauboules, C. (2003). Activism and conservation behavior in an environmental movement: The contradictory effects of gender. Society & Natural Resources, 16(10), 909-932.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl