Ana içeriğe atla

Bilge Kadın Rahim Kampı

Geçtiğimiz hafta sonu Şile'de benim için çok güzel açılımlar sağlayan bir kampa katıldım: Sevgili Saba Deniz Uzun'un ilkini düzenlediği "Bilge Kadın Rahim Kampı". Çok ihtiyacım olan bir dönemde karşıma çıkan bu kampta, bir derdini, travmasını çözmek isteyen ya da yalnızca bilgilenmek isteyen 40'tan fazla kadın, Saba Deniz hoca ve ekibiyle 3 gün boyunca aile dizimi, sanat terapisi ve rahim bilgeliği konularında dersler, eğitimler aldık. Yer yer ağladık, yer yer dans edip kahkahalar attık. Gerçek bir coven olduk deyimi yerindeyse. Şimdi biraz orada aldığım notlarımı paylaşacağım.

Ekip

Saba Deniz Uzun ile

Öncelikle 1. gün havaalanına gitmeden önce, sabaha karşı gördüğüm bir rüyayı paylaşmak istiyorum. Benim olduğunu bildiğim ama tanıdık olmayan bir apartmanın asansöründe ışıkları çalışmadığı için kaçıncı katta olduğunu bilmediğim bir düğmeye basıyorum. Asansörde başkaları da var. Biri uzaktan bir tanıdık ve bana beni yargılar gibi bakıyor. Nedense suçluluk duyuyorum. Neden olduğunu biliyorum. Elimde hemen her yere peşimden sürüklediğim kabin boy bagajım var. Anahtarı çevirdiğimde içeride mutfaktan gelen loş bir ışık görüyor ve tanıdık bir erkek sesi duyuyorum... "Hoşgeldin." diyor sadece. Sonra aniden hıçkırarak uyanıyor ve bir süre kendimi sakinleştiremiyorum. O sabah, kampa gidiyor olmakla çok isabetli bir karar verdiğimi yeniden anlıyorum. Havaalanına giderken ve uçakta da bir süre duygularımın gözlerimden akmasına izin veriyorum. Bu süreçte ne istediğimi düşünüyorum. Rüya çok basit. Hissettiğim şey derin bir nostalji. Bir geçmiş özlemi. Çok yakın ve çok uzak, 5-6 yıl öncesinin özlemi muhtemelen. İstanbul'da kampa beraber gittiğim sevgili arkadaşımla buluşunca moralim yükseliyor. Geçmişe değil, bugüne odaklanıyorum.

Kamp Şile'de bir otelde. Belki de konfor alanımın son avantajlarını kullanıyorum ve havaalanında bizi kibar bir şoför karşılıyor. Hatta kamp dönüşünde iki kadına daha lojistik destek sağlıyoruz. Elimizde bolluk varken karşılıksız paylaşabilmek güzel bir duygu. Evren de bunu onaylarcasına Denizli'ye döndüğümüzde uçakta bizi arkadaşlarımızla karşılaştırıyor ve servis yerine evlerimize arabayla dönüyoruz. Böyle mutlu tesadüfleri (serendipity) çok seviyorum.

Şile çok güzel, yemyeşil bir yer. İstanbul'un bu muhteşem detayları her seferinde beni büyülüyor. Otel odamıza yerleşiyor ve "carpe diem" (anı yaşa) tabelalarını takip ederek eğitim alacağımız salona geçiyoruz. İlk gün tanışmanın ardından herkes kendine önceden tanımadığı bir partner seçiyor. Kamp boyunca birbirimizden sorumlu oluyoruz. Partner seçiminde çok zorlanan kadınlar oluyor. Biz salonda yürürken partnerimle göz göze gelip birbirimize gülümsüyoruz ve o saniyede tamam diyoruz. O teklif ediyor, ben kabul ediyorum. Arzu isminde tatlı bir eğitimci hanım ve 3 gün boyunca birlikte birçok güven egzersizi gerçekleştiriyoruz. İnanılmaz büyülü gözleri var. Bir güven egzersizinde insanlar partnerleriyle göz göze bakmakta zorlanırken ben onun gözlerinde kayboluyorum. Benim gözyaşlarım süzülürken elimi sımsıkı tutuyor. Onun bana sırtını yasladığı ve benim onu sımsıkı tuttuğum bir başka egzersizde ise o ağlıyor. Amerika'da yaşayan 22 yaşında bir oğlu varmış. Eşinden uzun süre önce ayrılmış. Detayları sormadım. Detaylar hiç önemli değil. Sadece birbirimiz için orada bulunuyoruz. Bu egzersizler sırasında gündelik yaşamda temastan ne kadar uzak olduğumuzu fark ediyorum. Dokunmuyoruz birbirimize. Oysa dokunmaya, sarılmaya, öpmeye çok ihtiyacımız var...

Saba Deniz hoca ilk gün hayatlarımızda "alma-verme dengesinin" öneminden bahsederek başlıyor eğitime. Sürekli veren insanın, bir şey almadığını düşünüp her zaman gitmeye hazır olan insan olduğunu söylüyor. Ancak biri senden alırsa, sana karşı sorumlu hissediyor kendini, bağlanıyor ve kolay gidemiyor. Bu yüzden alabilmek vermekten daha zor bir iş. Ayrıca "sağlıklı bağlanma" denilen şeyi öğrenmezsek bağımlı insanlara dönüşüyoruz, bağımlanıyoruz. Biz kadınlar gücümüzü kadın atalarımızdan, hemcinslerimizden alıyoruz.  Eğer o desteği almakta sorun yaşıyorsak, sağlıklı bağlanmada da sorunlar yaşıyoruz. Tersini erkekler için de söylemek mümkün sanırım. 

Sürüngen beynimizi, amigdalamızı, yönetebilmemiz için sürekli bir farkındalık geliştirmemiz gerekiyor. Peki amigdalamızın korkusu ne? Bunu keşfetmemiz gerekiyor. Ancak yine de hayatta her şeyi çözmek zorunda değiliz. Bazen anlamlandırma ihtiyacını dışarıda bırakmamız gerekiyor. Evren bu kadar muntazam bir düzen içerisinde işlerken, belki de bir şeyleri anlamlandırmaya ihtiyacımız yoktur gerçekte?

Sürekli "Neden?" sorusunu sormak, bizim şimdiki hayati asli görevlerimizi reddetme şeklimiz. Neden böyle oldu? Ne olsaydı başka türlü olurdu? Geçmişe ve nedene takılırsak "Şimdi nasıl?" olacağını bulamayız. Şimdi nasıl? Asıl sormamız gereken soru bu.* Bazen soruna ya da travmaya bakmak ve onu görmek yeterli. Çözüm aklımıza gelmese bile onu görmek yeterli. Gördüğümüzü iyileştirebiliriz. Tıpkı Avatar'daki gibi... "Seni görüyorum"

Evrende her şey görülmek ister. 

Görüldüğünü hisseden şey, his, travma vb. sana yapışamaz. İhtiyacını gör, şefkatli davran ve gerisi kendiliğinden çözülür. 

Herkes kendinde ne varsa karşısındakine onu verebilir. 

Güvende hissetmiyorsan, güven veremezsin. Yaratım becerimizi sınırlayan 3 dosya var içimizde: utanç, pişmanlık, kırgınlık/kızgınlık. Bunların evrende karşılığı yok. Evren/Tanrıda sonsuz bir sevgi ve affedicilik var. Duygularda utanılacak bir şey yok. Erkekler cinsellikle, kadınlar duygularla sevmeye başlar. Süreçte ne kadar vereceğine kadın karar verir. Sevgiden önce şehvet gelir. En saf sevgi olan çocuk bile şehvet sayesinde vardır. Bir kadının önce cinsellik için tercih edilmesi kötü bir şey değildir. Doğaldır. Dişil enerji içerisinde bir seçilme savaşı ve reddedilme korkusu barındırır. Tıpkı dansa davet oyununda seçilmeyeceğinden korkmak gibi. Tıpkı partnerimizi seçtiğimiz ilk egzersizde seçilmeyeceği için korkan ya da seçilmediği için üzülen kadınlar gibi. Biz hepimiz, seçilmek istediğimiz için buradayız. 

Acının içinden geçmeliyiz. 

Acımızı görmeliyiz. Ancak o şekilde acımızı iyileştirebiliriz. 

Eğitim aldığımız sınıfın 4 duvarı ayrı enerji bölgeleri için ayrılmıştı: aile, bireysel, evrensel ruh ve atalar/kökler. İlk gün kapının olduğu "aile" duvarında durmaya ve oradan eksik hissettiğim enerjiyi almaya ihtiyaç duydum. İkinci gün ayaklarım beni "bireysele", son gün ise "evrensel ruha" götürdü. Her ders farklı bir sandalyede oturarak enerjimizi dönüştürdük. Böylece yeniliklere daha kolay adapte olabildiğimizi fark ettik. 

İlk aile dizilimimiz 4 kişilikti. İzleyici olarak kişinin kendisi, travmatize olmuş parçasını temsil eden bir kişi, hayatta kalan parçasını temsil eden bir kişi ve sağlıklı parçasını temsil eden bir kişi. Burada amaç bütün parçaları bir araya toplamak ve sağlıklı parçayla daha çok bir arada olmak, onu daha çok kullanmak için niyet etmekti. Dizimlerin tümündeki enerji geçişleri çok ilginçti. Oldukça gerçek bir deneyimdi.

Buna ek olarak, sanat terapisi çalışmaları yaptık. İlk gün hayat yolumuzu, ikinci gün cinselliğimizi soyutladık ve bugüne ve gelecekten beklentimize dair hislerimizin yönlendirmesiyle kil şekillendirdik. İkinci gün kendimi çok daha iyi hissediyordum. İkinci gün konumuz doğrudan cinsellik ve rahmimizdi.

Cinsellik soyutlamam

Canan ile çizim kardeşliğimiz

Bugünkü enerjim: Nazar (seni görüyorum)

Yarının umudu: Kelebek (şimdi kozasında)

Şehvet yoksa, şefkat yok!

İkinci gün, kundalini enerjisinin önemi ve bu bölgede regüle olamamanın bizi nasıl kavgacı insanlar haline getirdiği, hatta migren vb. birçok hastalığa sebep olduğu üzerine konuştuk. Biz kadınlar olarak cinselliği ikinci plana atmaya meyilliyiz. Ancak cinsellikten sadece aşk beklemek doğru değildir. Orada tantrik bir enerji, kundalini enerjisi vardır. O çip, bizim kendi yılanımız, Chiron'umuz, bizi iyileştirecek güce sahiptir. Ancak seksin tanrısal bir şey olduğuna inanarak sevişirsek o enerji açığa çıkabilir. Hiçbir koşulda sevişmekten suçluluk duymamalıyız. Kundalini enerjisi serbest olan insan mutlu insandır. Mutlu insan az tüketir, az yer, az içer, az bağımlı olur. Az eksik hisseder. 

Yalnızca çocuklar sevildiğinde karşılık olarak bir şeyler yapar. Yetişkinlerde ise sevme bilinci vardır. Sevilmeseler de sevebilirler. Şefkate ve şehvete hayatımızda alan açmamız gerekir. Sevdiğimize alan açmamız gerekir. Karşı taraf bunun değerini bilemezse bu bizim sorunumuz değildir. Karşı taraf bize yalan söylemişse bu bizim sorunumuz değildir. Biz bize söylenenden sorumluyuz. Bize söylenmeyenlerden ise karşı taraf sorumludur. Kendi vicdanıyla çözmelidir sorununu. Başkasının yükünü üstümüze almamalıyız. Cinselliği istediğimiz ve dürüstçe aldığımız için biz suçluluk duymamalıyız. Cinselliğimize sahip çıkmalıyız. Çünkü sevmek için buradayız. Dışarıdan aldığımız sevilme kaynağı ile ölçemeyiz değerimizi. Sevemeyen, kendisi bilir. Aynı zamanda şifacı ve muhtemelen şaman olan Saba Deniz hocamız "Yüreğimizi taşıyacak birileriyle olabilmemizi" diledi bizim için. Ancak zihinsel boyut sıçraması yaşadıkça hayatta dengini bulmanın zorlaştığını biliyoruz. Ne yapalım, bu da bizim sınavımız olsun.

Kendini sevemeyen, başkasını sevemez.

Cinsellikte motivasyonumuzu arttırmak için ihtiyacımız olan şeyler vardır. En temelinde kadınlar arzulandıklarını hissetmek isterler. Rahmimiz her ay, her yeni döngüyle kendini yeniler. Asla "Tüh ya bu ay da olmadı! Yenilenmiyorum ben! Depresyondayım!" demez. Hep ve doğal olarak geleceğe bakar, umutludur. Biz neden kendimizi yenileyemiyoruz peki? Her ay yeni bir döngümüz olmasına rağmen üstelik. Bütün hikayelerimizle ve kendimizle barışık olmalıyız. Mükemmel olmaya çalışmamalıyız. Eğer kendimize şefkatli davranırsak, hayatımıza da şefkatli insanlar gelir. Ayrı ayrı ve birlikte güzel zamanlar geçirebileceğimiz insanlar... Unutmamak gerekir ki, iyi bir insan olmakla iyi bir eş olmak aynı şey değildir.

Kadın sağlığı problemlerinin bir çoğunun psikolojiyle bağlantılı olduğunu konuştuk. Hastalıklarımız duygularımızla doğrudan ilişkili. Ardından kalp, beyin ve rahim/cinsellik bağlantısı üzerine ikinci bir dizim gerçekleştirdik. Cinselliğimi temsil eden kadın bana oldukça kızgındı. Haksız da değildi üstelik. Çok dil döktüm, sarılmaya çalıştım, ittirdi beni, ama sonunda barıştım onunla. Dizimlerin hepsi, çok, çok ilginçti.

Ardından şamanik bitkisel tedaviler üzerine bir ders aldık ve biraz da cinsel çapalama konusunu konuştuk :) İkinci gece yaptığımız meditasyonda erk hayvanı olarak kartal geldi ziyaretime. Anlamı güzel ve manidardı: İlahi ruh, fedakârlık, yaratıcıya bağlılık, zekâ, yenileme, cesaret, ruhun aydınlanması, şifa, yaratma, risk alma.

Erk hayvanı Kartal;
"Kartallar, uçarken lazer keskinliğindeki görüşleri ile belirli nesnelere odaklanmaya devam ederken, altlarında ne olduğunu geniş bir şekilde görebilir. Kartal olmak; hayata geniş bir pencereden bakmayı ve günlük ayrıntılara takılıp kalmamayı ya da hayata daha geniş bir perspektiften bakmak için küçük ayrıntılara yakından bakmayı gerektirir. Kartallar; vizyon, bilgelik, güç ve cesaret sağlar. Yeni zirvelere yükselmemizi sağlar ve değişim rüzgarlarının geldiğini bize bildirir." **

Üçüncü gün ortamdaki dişil enerjinin de etkisiyle, rahmim kendini yeniledi ve reglim 5 gün erken geldi. Bilerek ağrı kesici almadım ve "evrensel ruh" duvarı önünde yaptığımız meditasyon ve nefes teknikleriyle kendimi toprağa kökledim. Bunca kadının, dişil enerjinin ortasında ve toprak ananın üzerinde kendimi bir bebek gibi hissettim. Ve bir anne gibi. Çünkü tüm meditasyon boyunca bir elim rahmimde bir elim kalbimde dururken bir bebeğin bütün detayları parça parça gözümün önüne geldi. Parmaklarındaki boğumlar, minik ayakları, koyu dalgalı saçları, boynundaki kıvrım, dizleri, yanağındaki gamze, alt çenesinde çıkmış iki diş ve pembe-beyaz teni. Çok güzeldi. Bir gün gerçekten bana gelir mi bilmem. Ama rahmim benimle doğrudan bağlantı kurdu sanki. Bir gün önceki dizimde onunla barışmış olmamın da etkisi vardır sanıyorum. 

Üçüncü gün regl döngüsü, vulva, ay döngülerinin spiritüel bağlantıları ve ruhsal değişimlerin hormonal sebeplerine dair teknik bilgiler aldık. Bir kısmı bildiğimiz şeylerdi ama güzel bir dersti. Ardından yürüyüş ve danslarla dişil ve eril enerji dengelemesi yaptık - çok eğlenceliydi:) - ve dişil/eril enerji dizimi gerçekleştirdik. Dişil enerjimi temsil eden kadın hareket etmekten, eril enerjimi temsil eden kadın ise yerinde durmaktan korkuyordu. Dişil enerjim sırtı duvara dayalı, hareketsiz ve tedirgindi. Eril enerjim ise sürekli hareket halindeyken şöyle dedi: "Durursam yer yarılacak ve içine düşecekmişim gibi hissediyorum!" İkisini de ellerinden tuttum, korkularına dair konuştum, sarıldım ve enerjimi dengelemeye çalıştım.

Kısacası, bitmesini istemediğim ama hem fiziksel, hem zihinsel hem de ruhsal olarak yorulduğum bir kamptı. İyi ki gittik. Bundan sonra sevgili Saba Deniz Uzun'un online seminerlerini ve Ekim'de Urla'da gerçekleştireceği aile dizilimini takip edeceğim. 

Son olarak... Bilmeni isterim ki;

Seni görüyorum.

İyileşiyorum.

Şile Kumbaba Plajı, Sinem ile

Karadeniz

* OSHO - Kaz Dışarıda

**https://www.mitr.com.tr/blog/samanizmde-erk-ogretisi-ve-ruh-hayvanlari/

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Tam da aklımdan geçenle bitirmişsin sevgili dostum, "SENI GÖRÜYORUM"..
Bizim gibi birbirini gören kadınların çoğalmasına niyet ediyorum🙏

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl