Ana içeriğe atla

minik nankör kedim

minik.. Minnoş.. teyzemin biricik kedisi. uzun zaman yaz tatillerinde evini ziyaret ettiğimde çok iyi anlaştığım, ama sürekli "minik'in evinde" kalmaya başlayınca beni istememeye başlayan küçük varlık..
kedileri severim. 13 yaşında dünyalar tatlısı bir kedim var İzmir, Urla'da.. "Şans"ım.. Minnoş bana her tıslayıp pısladığında onu ne kadar özlediğimi düşünüyorum. gerçi Minnoş'u da severim. yersiz saldırıları zamanında asabımı bozsa da, hatta "bir hata mı yapıyorum acaba?" diye düşünmeme sebep olsa da, şimdi her şeyi çok daha net görebiliyorum. sevgili küçük Minnoş'la bir arada kaldığımda, ona yemek ya da su verdiğimde, yani "hayatta kalması için bana muhtaç" olduğunu istemeden de olsa bu şekilde ona hissettirdiğimde, bana daha da sinirlenir. ona iyi davranmamı kaldıramaz. çünkü esasında ben böyle yapınca onun bana kötü davranması için sebep bırakmıyorumdur ortada. ve o öfkesi, isyanı artmış şekilde bana hırlayarak teşekkür eder. dediğim gibi önceleri bozulurdum. ama artık nedenini biliyorum. tek derdi kendi evinde bir başkasının daha sevilmesi.. o küçücük dünyasında, minicik krallığında, tahtını kaybedebileceğini düşünmesi. çok zavallı, çok içgüdüsel ve dürüst bir yaklaşımla da bunu bana hissettirmesi..
"kediler nankördür" diyen ve aslında şu dünya üzerindeki en nankör ırk olduğunu inkar eden insanoğlu yanında o kadar masum ki Minnoş.. minik.. küçük bir yansıma gibi.. büyük depremlerin artçıları kadar bile etkisi yok.
o duvarın ardına gizlenip tek gözüyle, ağacın ardına saklanan bir kaplanın avını izlemesi misali beni izlerken, "beni bu şekilde izleyen ve farkında bile olmadığım daha kaç insan var hayatımda acaba?" diye düşündüm. sanırım bugüne kadar beni, benim onları izlediğimden farklı şekilde izleyebilecek insanların olabileceği düşüncesini hep geri plana itmişim. aslında şaşırmamam lazım, hayat boyu çeşitli şekillerde kendilerini hissettirdiler. hatta aynı evde yaşadığım Minnoş gibi çok yakınımda olduğunu sandığım kişilerdi genelde bunu hissettirenler. sinsice kuytuya gizlenmiş, yaşamımı seyrederken, başarılarımı tek bir kez takdir etmezler; ben onların hatırını sorduğumda, ağızlarına bir parmak bal çalmışım, "onları beslemişim" ve aniden mideleri bulanmış gibi, içlerindeki bütün nefreti kusarlar..
herkesin inancı kendine elbette.. ancak benim için "cennet" ve "cehennem" denilen yerler bu dünya üzerinde.. kişi cenneti ve cehennemi ile birlikte yaşar, onları içinde taşır. Halil Cibran'ın çok sevdiğim kitabı "Deli" den zaten çok iyi bildiğim bir kesit yollamıştı eski bir "dost" bir zamanlar:
"dostum, göründüğüm gibi değilim. görünüş sadece giydiğim bir elbisedir. senin sorgularından beni, benim kayıtsızlığımdan seni koruyan, özenle örülmüş bir elbise. benim içimdeki ‘ben’, dostum, sessizlik içinde oturur, sonsuzluğa dek kalacak orada, doyulmaz, erişilmez. ne söylediklerime inanmanı, ne de yaptıklarıma güvenmeni isterim çünkü sözlerim senin aklından geçenlerin dile getirilmesinden, yaptıklarımsa umutlarının eylemleştirilmesinden başka bir şey değildi.." 
okumanızı öneririm.
ben, içinde cehennem taşıyan birçok insanla karşılaştım. ancak her seferinde birilerinin beni şaşırtmasını umarak yeniden güvenirim. sonuç olumlu olursa hayatıma bir güzel insan daha geldi, diye sevinirim. aksi olursa da aslında kaybedeceğim pek bir şey olmaz.. bana, "neden bu kadar çok gülümsüyorsun?" ya da, "gerçekten tam bir polyanna'sın" dedikleri zamanlardan bu yana bir yerlerde pembe gözlüklerimi düşürdüm. ama her şeyi çok daha net görebildiğim için şikayetçi değilim. bu süreçte hayatımdan hızla ve çok sayıda insan eksildi. sanırım en sonuncusu, resmi olarak kayıtlı olmadığım ajansında benim iznimi almadan yayınladığı fotoğraflarımı kaldırmasını rica ettiğimde, "sen önce boy boy 'şarkıcı' fotoğraflarını kaldır" diyerek, hem yapılan işe hem de sanata saygısızlık edip, kendinden hiç beklemediğim bir tepki veren yakınım oldu..
hayatta hep iki tür dost olduğunu düşünürdüm eskiden.. iyi gün dostu, kötü gün dostu.. galiba üçüncü bir tür daha varmış.. kötü gün dostunu geçtim, bazı insanlar iyi günde bile mutluluğu paylaşmayıp, içlerinde besledikleri kötü her şeyi yayarak başkalarını mutsuz etmeye çalışıyorlar. ah, pardon! benim şaşkınlığım.. onlara "dost" denmiyordu, değil mi?
Cibran'ı okurken, etrafımda hep içlerinde "cenneti taşıyan" insanlar istediğimi düşünürdüm. bu düşüncem daha da şiddetlenerek devam ediyor. eğer bana "mutluluk" veremiyorsa, hayatımdan eksilen herkesin bana verdiği yegane şey "üzüntü" değil, "hafiflik"tir..
ve bir teşekkür etmeyi borç bilirim: artık daha huzurlu bir ev yaşantım var. minik'i ve bana olan tepkisini gördüğümde sinirlenmiyorum ya da üzülmüyorum. tebessüm ediyorum ve.. (küçücük dünyalarına hapsolan diğer herkes gibi) dünyasını kendisi için, kendi patileriyle cehenneme çevirdiğinden ona yalnızca "acıyorum"..

sevgiyle kalın..

Dalya
12/04/2011  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl