Ana içeriğe atla

Uyuyan Güzel

Uyku...
Bugünkü konumuz bu.
Yine bir tuvalet ziyareti gerçekleştirdiğim vakit, yani ezan okunurken, sabahın beş'inde, dürttüler, aldım elime günlüğümü yazıyorum. Yazdıklarımı göremiyorum zira o derece karanlık. Ama oturdum, düşündüm, yazmak istedim. Ne enteresan şey şu uyku.. Günün bütün fiziksel ve zihinsel yorgunluğunu bir çırpıda alıp götürüyor. Bedeni şarj etmek gibi.. Zamanı gelince öylece düşüp kalıyorsun. Hatta gece ve gündüz sırf uyku var olsun diye varlar sanki.. Her şey birbirine uygun ayarlanmış.. Özellikle bir şey tamamlamamışlığın huzursuzluğunda değilsen (çünkü o zamanlar uyku bir lüksmüş gibi gelir) ve hele ki ertesi gün haftasonuysa.. şahane! O yatak bir taht olur Ortaçgil'in dediği gibi; eğer uyuyorsan. 
Bu yazıyı şu anda rüyalara takılmış olduğumdan yazıyorum. Sizde de rüya tekrarları oluyor mu? Çeşitli rüyalar bazen birkaç ayda ya da birkaç senede bir beni ziyaret ederler. Hatta bazısına kaldığım yerden devam ederim. En çok tekrar edenlerse şu tuvalete gitme ihtiyacım sırasında gördüklerim :) Rüyada fellik fellik tuvalet arıyorum mübarek! Çok komik! :) Mantıken uyanmam gerekiyor ama o nasıl bir dirençtir uyanmamak için.. Normalde bu arama işini kapalı bir mekanda yapardım. Genelde koca bir yurt, okul, iş merkezi ya da hastane gibi koridorları olan bir bina.. Sorardım birilerine, hep farklı tarifler alır ama sonuçta aynı yere çıkardım. Kocaman, dev gibi bir salon! Yerde eskimeye yüz tutmuş, yer yer parçalanmış, soluk bordo renkli bir halı. Merdivenler, yüzlerce izleyici koltuğu (!) ve bir sahne.. Sanırım bir sinema salonu burası? Eski, çok eski ve büyük. Kadınlar, erkekler, çocuklar bir yandan sohbet eder bir yandan da ihtiyaçlarını giderirken (!) sıkılmasınlar diye film seyrediyorlar! Antik Yunan mübarek! Doğru yere mi geldim?, diye gezinirken, koltukların her birinin altında klozetler fark ediyorum. Ama insanları görmeniz lazım: takım elbiseler, döpiyesler.. Sanırsınız opera izleniyor. Ayrıca kim bu insanlar? Rüyada tanımadığım yüzlerce insan görüyorum, bu kadar çeşiti zihnim nasıl yaratıyor? Acaba yolda yürürken şöyle bir bakıp umursamadığımız insanlar mı onlar? Zihnimiz gerekli gereksiz her şeyi stokluyor mu?
Neyse, çıkıyorum o salondan. Hiç bana göre değil, o kadar da medeni (!) değilim yani.. :) Hadii, fellik fellik aramaya devam. Bulabildiğim özel WC'lerse garip yerlerde.. Orta yaşlı, bodur, tombul bir teyzenin evindeki kuaför koltuğunda mesela.. Bana kiralamaya çalışıyor. Cık, onu da gözüm tutmuyor. Ben o pantolonu her yerde indirmem arkadaş! :) Yaşlı bir amcaya gidiyorum umutsuzca.. Allasen bir akıllı Allah'ın kulu yok mu şu rüyanın içinde bana bir tarif etsin? Amca çok yoğun. Bir sürü işi varmış ve ben onun değerli vaktini çalıyormuşçasına sinirlenerek bakıyor ve bağırıyor: "Uyan!"
Zıplayarak uyanıyorum, tırsmışım. Tamam amca, sağol.. da bağırmana gerek yoktu.. :)
Kısacası bir şekilde uyku seni içinden atıyor. Yani genelde böyle olurdu. Bugünse WC arama işlemimi açık alanda gerçekleştirdim. Sarmaşıklı bir duvarın cephesine kurdukları bariyeri bana WC diye göstermeye kalktı bazı zevzekler, iyi mi.. Tenezzül etmedim. Amcanın çıkıp bana bağırmasını da beklemedim. Efendi gibi kendim uyandım. İşin kötüsü şimdi de uykum kaçtı ve rüyama geri dönemiyorum. 
Diyeceğim şu ki.. ilginç, çok ilginç şu "uyku" işi azizim.. Rüyalara gelince.. Anlamsız mı yoksa içinde mesajlar mı taşıyor emin olamıyorum. Gerçi mesaj taşıdığına dair örneklerim var:
Siz hiç 5 yaşınızda gördüğünüz bir rüyayı hatırlıyor musunuz?
Ben 5 yaşımda rüyamda dedemi gördüm. O sıralarda annemin işi dolayısıyla Bodrum, Güllük'teydik. Dedem de İzmir'deydi. Çok severdim onu, özlemiştim. Rüyamda bana gelip, bir yere gitmesi gerektiğinden bahsetti. Çok bulanık ama onunla gitmek istediğimi söyledim galiba. "Şimdi değil," dediğini hatırlıyorum. Bir de çok net hatırladığım turuncu-pembe bir gökyüzü. Günbatımı pembeliğinde. Herşeyin toz renklerde olduğunu hatırlıyorum, deniz, toprak, toz mavi, toz mor.. Dedemin üzerinde durduğu toprak, kıtalar birbirinden ayrılmışçasına benden uzaklaşmaya ve araya denizi almaya başladı. Elimi uzattım ama tutmak için uzanmadı. Ona seslendim. Sadece gülümsediğini hatırlıyorum. Huzurlu bir gülümseme. Daha uzun bir rüyaydı, ama gerisini hatırlamıyorum. Uyandıktan sonra annemlere gidip, "Hadi çabuk gidiyoruz!" dediğimi de hatırlamıyorum. Annemin topuklu ayakkabılarını ayağıma geçirmiş, elime bir bavul almış, evin içinde dört dönmeye, annemin eteğini çekiştirmeye başlamışım. "Ne oluyorsun kızım?" demiş annem ve o sırada bizim yanımızda olan anneannem. 
"Çabuk olmalıyız!" demişim bilgiç bilgiç, "Kaptan söyledi. Dedemin gemisi kalkmak üzereymiş!" 
Onlarsa dedemle biraz önce konuşmuşlar, bir hafta sonraki 5. yaşgünüm için evde hazırlık yapıyormuş. Biz de 1 hafta sonra İzmir'e gidecek, doğum günümü orada kutlayacakmışız. Bu yüzden küçük bir çocuğun saçma hezeyanına gülüp geçmişler. Kızmışım onlara, bağırmışım. "Çabuk olmalıyız!" 
Şimdi düşünüyorum da.. Hayal gücü kuvvetli 5 yaşında bir çocuğun heyecanını ben de ciddiye almazdım belki? Ama bunun bir hata olduğunu, 4 gün sonra, İzmir'de yalnız olan, bana doğumgünü süsleri alıp eve dönmüş olan dedem, sebepsiz yere aniden kalp krizi geçirip ilaçlarına ulaşamadığında anlamışlar.. O rüyayı gördüğüm gün, eve dönmüş olsaydık, belki de yaşayacaktı? O günden sonra, hangi yaşta olursam olayım, ailemin söylediğim her şeyi ciddiye aldığını da hatırlıyorum..
Hayat çok garip. Rüyalar da öyle.. 
Rüyalarımı çok fazla hatırlamam. Ama hatırladığım kadarında hep mesajlar bulmaya çalışırım. Gökyüzüne bakıp bir soru sorduğumda, bir şekilde bana bir yanıt geleceğine inanırım. Hatta inanmaktan öte, biliyorum bunu. O yüzden en yalnız an'ımda bile yalnız hissetmiyorum. Buna ister melekler diyelim, ister sonsuz enerji, ister Tanrı.. Bazen unutsam da.. "Şimdi değil," şimdi olana kadar geçecek süreyi, yani yaşamı en iyi şekilde değerlendirmek istiyorum. Yaşamımızı. Yaşamdan beklediğimiz çok basit aslında. Mutlu olmak. Bunun için çalışıyoruz, dost ediniyoruz, aşık oluyoruz, para biriktiriyoruz. Resmen 1 sene eşşekler gibi çalışıyoruz, 15 gün tatil yapabilelim diye.. Mutluluk o 15 günde mi gizli? Yoksa o 15 günü beklerken akıp giden 350 günün içinde bir yerlerde mi? 
Toz pembe bulutları olan bir gökyüzünün altında yürümekten korkmuyorum. Ama yaşamayı seviyorum, herşeye rağmen.. 
O halde yaşayalım.. Gemilerimiz kalkana kadar.. İyi ve mutlu olmak için..

Güzel günlere, sevgiyle..

Dalya 23/04/2011

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl