Ana içeriğe atla

Conatus

Conatus...

Var-kalma çabası. Spinoza'ya göre canlı ve cansız tüm varlıkların öz'ü, ortaklığı ve gücü. İnsan modusu (sonlu tür) olarak evrende kapladığımız yeri anlamak ve her şeye rağmen yaşama sevincimizi arttırmak için conatus'umuzu bilmemiz ve iyi anlamamız gerekiyor. 

Çetin Balanuye "Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor? Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif" kitabında radikal aydınlanmacı filozof Baruch Spinoza'nın felsefesini ve başyapıtı Etika'yı güncel bir dille ele alarak tartışıyor. Böylelikle, çocukluğumdan bu yana bir şekilde sezdiğim hayat felsefemi de gerekçelendirerek anlatmış oluyor. Sevincime sevinç katıyor da diyebiliriz.

Balanuye, yaşamayı kederli bir hale dönüştüren üç temel varsayımı özetliyor ve sırasıyla çürütüyor:

  1. Aşkıncılık varsayımı
  2. İnsan-merkezci özgür iradecilik varsayımı
  3. Erekselcilik varsayımı

Sonra güç kavramı üzerinde duruyor ve conatus'umuz ile nasıl etkin bir güce dönüşebileceğimizi ve kolektif sevinci tartışıyor.

Bu felsefeye göre, alışılagelen aşkıncı inançların insanüstü bir "insan" gibi tasvir ettiği Tanrı yerine zorunlu ve kıpır kıpır eylemekliği ve devingenliği içinde Doğa/Tanrı konuyor ve bizler Kozmik Senfoninin canlı orkestrasında birer nota oluyoruz. Şu an'da var oluyoruz, var kalmaya çabalıyoruz. Bu var-kalma ısrarımız yani conatus'umuz, yani yolun kendisi, tek gerçek olan "an" ve çok güzel. Uzun ince bir yoldayız kısacası. Bunu fark ettiğimiz zaman yolun bütün küçük güzel detaylarıyla birlikte yaşamak daha sevinçli bir hal alıyor!

Bu vesileyle bu kitabı bana hediye eden dostuma buradan selamlarımı göndermek isterim.

Kesinlikle okumanız tavsiye.

Spinoza




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl