Ana içeriğe atla

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi

İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi İzmir’de gerçekleşti.

En temel konu elbette ki ekonomi, deprem ve seçimdi. Ve liyakat ve adalet. Birbirinden değerli uzmanlar panelde sunum yaparken, paralelinde odak grup toplantıları yapıldı. Deprem uzmanı Prof. Dr. Naci Görür, depremin partiler üstü bir konu olduğunu vurgularken şöyle bir cümle kurdu: “İnsanların can sağlığını düşünmeyen devlet olur mu? Böyle bir devlete gerek var mı?” Ve 2 ay sonra gerçekleşecek seçimde ideolojilerimizi bir kenara bırakarak ve geleceğimizi düşünerek oy vermemiz gerektiğini söyledi. Tahmin ettiğiniz gibi oldukça siyasi bir ortam var ki ekonomi ve kentleşme doğrudan siyaset ve kentsel politikalar ile alakalı konular. Siyaset yapmak zorundayız. Hayatın her alanında.

Temel meselemiz depreme dirençli kentler kurmak ve bunun için odaklanılması gereken 6 madde sıraladı Prof. Görür: (1) yönetim sistemi ve yönetici özellikleri (ör. yetkinlik, denetim, imar affına karşı duruş, liyakat), (2) halk (ör. eğitim, kaçak yapılaşma), (3) altyapı, (4) yapı stoku, (5) çevre/ekosistem (ör. atık bertaraf, moloz), (6) ekonomi.

Prof. Kamil Yılmaz da depreme hazırlıksız yakalanmanın olumsuz ekonomik boyutlarının ciddiyetini gösterdi. Ortadoğu değil, Avrupa kaynaklı ve uzun vadeli yurtdışı finansmanı bulmanın tek çözüm olduğunu, kısa vadede, depremin ilk çeyreğinde ekonomik bir düşüş olsa da, bunun sonucunca artış olacağını ifade etti. Ayrıca en temel sorunu; “Miyopik siyasal kurumlar sebebiyle sürekli olamayan ekonomik büyüme” -ve küçülme- olarak ifade etti. AB üyeliğinin Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerine yaptığı olumlu etkiyi göstererek, Türkiye’nin AB uyum sürecini en kısa zamanda yeniden canlandırması gerektiğinin altını çizdi.

Prof. Görür, ODTÜ koordinasyonuyla İzmir’de yürütülen deprem mikro bölgeleme çalışması için olumlu konuştu. Bu süreçte kentin nasıl yönetileceği, mekân kullanımının nasıl olacağı, planlamanın nasıl yapılacağı en önemli konular arasında. Ayrıca Afet Bakanlığı’nın kurulmasının şart olduğunu ifade etti. Düzgün bir hazırlıkla Türkiye’nin 20 yıl içinde deprem dirençli olabileceğini söyledi. Ancak 1999 İstanbul depreminden sonra 23 senede İstanbul bile depreme dayanıklı hale getirilemedi. Çünkü bu bir zihniyet, bir niyet meselesi. Gerçekten bunu yapmaya niyet var mı? Bunu yapmaya niyeti olmayan insanlar neden devlet yönetiyor? İnsanının iyiliğini düşünmeyen insanlar devlet yönetmemeli.

Ardından Dr. Güven Eken, duygusal ve hatta şiirsel bir sunum gerçekleştirdi. Anadolu bilgeliği ve ekoloji odaklı, döngüsel bir kentleşme modeli üzerine konuştu. Geleceğin şehirleri inşa edilirken ekolojiyi nasıl merkeze alabileceğimiz üzerinde durdu. Temel bilimlere mutlaka ama mutlaka ekoloji, tarih ve sosyoloji bilimlerinin de eklenmesi gerektiğini söyledi. Çokluk içinde birlik, birlik içinde çokluk. Bunun için de kartezyen, yani kutuplaştırıcı, bölücü düşünce biçimini bırakıp, ekolojinin, doğanın bir parçası olduğumuzu idrak ederek şehirler tasarlamamız gerektiğinin altını çizdi. Bunun için ekolojik/yeşil koridorlar, ekolojik ıslah edilmiş derelerin öneminden bahsetti. Döngüsel kültür ve döngüsel kent şemsiyesi altında sünger kent, yaşayan parklar ve diğer ilgili projelerin koordinasyon içerisinde yönetilmesi, gelecek İzmir’in deprem dirençli ve ekolojik olmasını sağlayabilir. Şehrimizi gerçekten severek yönetirsek, aşkla yönetirsek, bunu yapamamak için bir bahanemiz kalmayacak.

Çok değerli konuşmacılar oldu. Ancak benim hevesle beklediğim ekoloji aktivisti, ekofeminist Vandana Shiva’nın konuşması da çok özeldi. Çevre hareketleri, Chipko hareketi ve gıda egemenliği odaklı bir konuşma yaptı. Ertesi gün, Sırrı Süreyya Önder sadakat üzerine Züğürt Ağa’dan girip Newroz’dan çıktığı güzel bir konuşma yaptı.

Konuşmaları İktisat Kongresi mobil uygulaması üzerinden canlı takip edebilir ya da sonradan kayıttan izleyebilirsiniz. Yakında kongrenin deklarasyonu yayınlanacak. Umarım ufuk açıcı ve uygulanabilir olur.

Ayrıca kongre aralarında fotoğraf çekimi için kullandığımız Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde kurulan ayna mobilyalar da çok güzel olmuş, olmamış mı 🙂

Sevgiler,


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarık

Zaman zaman açılan bir yarığım var. Bir fermuar gibi. Çukur gibi.  Canlı bir fay hattı, lavdan bir girdap gibi. İnsanları kendine çekiyor.  Masumiyet, samimiyet, güler yüz. Ve eşdeğer bir ilgi, kayıtsızlık ve fütursuzluk hali. Kahkaha ve gözyaşı. Sıcak. Tüketici. Ölümcül.  Böyle zamanlarda diğer çocuklara bilyelerini gösteren bir sokak çocuğu oluyorum.  Parlak gözlerle onların bilyelerini görmek istiyorum:   Seninkiler ne renk? Şu mavi camdan olanı beğendim. Benimle oynar mısın? Evet, yaklaş ve bana elini göster. Belki hoşuma gider? Oyun oynuyorum. Flört oyunu. Kontrol edilmeyi kontrol ediyorum. Erkekleri kontrol ediyorum.  Ama bir süre.   Çünkü benden iyi oyuncular var.  Çünkü o yarık nihayetinde kapanmak zorunda . Başta masumane başlayan, tehlikeli bir oyun bu. Bu yarık açıldığında aşıklar ve düşmanlar ediniyorum. Neden sonra oyun bitiyor. Aniden bir pişmanlık hissi peyda oluyor. Çünkü karşımdaki çocuk ağlıyor. Mavi cam bilyesi ortada yok. Nerede bilmiyorum , diyorum. Ben almadım. Oy

Bir hiç olmamaya dair.

Kibir, özgüveni değil, özgüven yokluğunu işaret eder. Dolayısıyla kibirli olmayın ve kibirli olmakla övünmeyin. En önemlisi, kibirli olmakla övünen insanlardan uzak durun. Başkalarından el alan, güç devşiren, üstüne bu emanet güçle başkalarını ezen insanlar, sırtlarındaki o el çekilince bir "hiç" olduklarını hatırlayıp depresyona sürüklenirler. Kibir sıklıkla bu sert düşüşün gelişini görmeyi engeller. Dolayısıyla, güç devşireceğinize, bir hiç olmamaya özen gösterin. Gözle görünür ve kalıcı değişimler geçirmemiş, sözleri ve eylemleri tutarsız, sizde tam olarak güven hissi uyandırmayan insanlara - sevgililere, arkadaşlara "ikinci şans" vermeyin. Zamanınız değerli ve kimseye ikinci şans borcunuz yok.  Bir insan en yakınındaki beş kişinin ortalamasıdır. Dolayısıyla, o beş kişiyi çok iyi seçmelisiniz. Özgüven sorunu ya da narsistik yaralanması olan adamlar, hayatlarındaki kadının kendinden daha başarılı, daha güzel, daha eğitimli, daha zeki olmasını, daha çok para kazanm

Philophobia

Korku ve aşk arasında güçlü bir bağlantı vardı. Ve korkuyordu.  Âşık olmaktan korkuyordu, çünkü zaten aşıktı.  Dağıtmaktan korkuyordu, çünkü dağılmaktan korkuyordu. Bir uçurumdan atlayıp bin parçaya bölünmekten korkuyordu. Çünkü bunu daha önce yapmıştı. Bu yüzden uzak durmalıydı ondan.  Bir seçim yapmak istemiyordu. Aslında bir seçim yoktu, olmamalıydı. Yoksa olası bir mutsuzluğun, ya da ucundan kaçırılmış bir mutluluğun sorumluluğunu tek başına alması gerekecekti. Ama bir seçim yapmazsa vicdanı rahat olurdu. Hatta seçme hakkı elinden alındığı için öfkelenir,  mağduriyeti yüzünden onu suçlar ve kim bilir belki mutlu bile olurdu.  Evet, yetişkinliğin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu. Bu yüzden sevmemeliydi onu. Deli gibi sevilmek istiyordu oysa. Ama söylemiyordu.  Söylerse gücünü kaybedeceğini biliyordu. Aciz görüneceğini. Ne olurdu sevmeseydi onu?  Artık sevilmediği için üzülürdü elbet. Ama karşılıksız bir aşkın acısı, güzel olabilecekken yitirilmiş bir aşkın acısından daha katlanıl